Kyungsoo harika bir sanat eserinden bozma yatağında dimdik oturdu. Yatak başı benzersiz, zarif bir metal tasarımdı, ayrıca bembeyaz çarşaf takımı vardı. Yatağın sağ tarafından sürgülü camlı kapılar, Kyungsoo'nun minyatür bir bahçeye çevirdiği, ufak, özel bir balkona açılıyordu. Ötede de Başmelek Kulesi manzarası göz dolduruyordu. İçeri girildiğinde duvarlar, koyu mavi halıyla uyumlu, mavi ve gümüş rötuşlarla tamamlanmış krem rengi duvar kâğıdıyla kaplıydı. Camlı kapıların perdeleri beyaz tüldü, Kyungsoo ikili kaim brokar kanatları çoğunlukla iki yanda bağlı tutuyordu.
Odanın karşı köşesindeki büyük, beyaz Çin porseleni vazodaki kocaman ayçiçekleri güneş ışığını adeta içeri taşıyordu. Bu vazoyu Kyungsoo'ya, yoldan çıkmış vampirinin izini sürünce ona müteşekkir kalan bir Çinli melek hediye etmişti. Genç vampir, Konrat'ını daha tamamlamadan daha fazla melek korumasına ihtiyacının kalmadığına karar vermişti.
Kyungsoo kadını, çok tuhaf bir müşteri kitlesine hitap eden bir erotik dükkân köşesinde korkudan büzüşmüş halde yakalamıştı. Bu iş gereği Şangay yeraltı dünyasının derinliklerine inmek zorunda kalmıştı, fakat vazo yıllandıkça güzelleşen, harika bir ışık parçasıydı. Bu oda bütünüyle onun sığınağıydı, hatta tam oturtmak için aylarca uğraşmıştı Kyungsoo.
Ancak tam o anda, Pekin'in güneyinde kümes gibi bir evde toprak zeminde de otursa yeriydi. Kyungsoo'nun gözleri açıktı, ancak tek görebildiği, Han nehrindeki o vampirin donmuş görüntüsüydü, tek bir kulun bile yardım etmediği vampirin. Kyungsoo o şekilde son bulmayacağını biliyordu, Jongin olayın halı altına süpürülmesini istiyorsa öyle olmazdı zaten ama Kyungsoo yine de kesin ölüydü. Jongin ona görünmezlik büyüsünden söz etmişti. Kyungsoo'num bildiği kadarıyla, hiçbir avcı, hiçbir insan, başmeleklerin bu gücünden haberdar değildi. Sizi kaçıran kişinin yüzünü görmeye eşti bu; o noktadan sonra ne derse desin, ipinizin çekildiğini anlardınız.
"Hayatta. Olmaz. Ama."
Kyungsoo güzel Mısır pamuğu yorganını avuçlarının içinde sıkıp gözlerini kısarak seçeneklerini gözden geçirdi.
Birinci seçenek: Geri çekilme girişimi.
Muhtemel sonuç: Acı dolu işkencelerin ardından ölüm.
İkinci seçenek: İşi yap ve umutla yaşa.
Muhtemel sonuç: Ölüm ama muhtemelen işkencesiz (iyi)
Üçüncü seçenek: Jongin'e, onu öldürmeyeceğine dair ant içir.
Muhtemel sonuç: Ant içmek ciddi bir işti, o yüzden Kyungsoo yaşardı. Fakat yine de Jongin onu delirtene kadar işkence edebilirdi.
"O zaman daha iyi bir yemin düşün," diye kendi kendine mırıldandı Kyungsoo. "Ölüm yok, işkence yok, beni vampire çevirmek kesinlikle yok."
Dudağınu ısırıp acaba bu yemine arkadaşları ve ailesini de katabilir miydi diye merak etti. Ailesini. Hı, evet. Kyungsoo'dan nefret ediyorlardı zaten. Yine de Kyungsoo izlemeye zorlanırken bir yerlerinin kesilip açılmasını da istemezdi.
Fayansa vuran kan.
Şıp.
Şıp.
Şıp.
Islık gibi, gurultulu bir yakarış. Kafayı kaldırıp bakınca Sana'nın halâ yaşadığını görmek.
Canavar gülümsedi.
"Gel bakalım, küçük avcı. Tadına bak."
Şıp.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel's Blood||KaiSoo
FanfictionTehlikeli bir yakışıklılığa sahip Seul başmeleği Jongin, vampir avcısı Kyungsoo'ya bir iş teklifi etmişti.