|35 Bölüm: Melek ateşi|

262 35 5
                                    

"Sessiz ol," diye mırıldandı Kyungsoo, kalkması için ısrar eden kaba bir ses tarafından mışıl mışıl uykusundan uyandırıl­dı. "Uyumak istiyorum."

"Bana emir vermeye mi cüret ediyorsun, ölümlü?"

Yü­züne buz gibi soğuk sular çarpıp Kyungsoo'yu kâbusun içine uyandırdı. Kyungsoo ilk başta gördüklerini birleştirip anlamlandıramadı. Zihni resmen parçalan bir araya getirmeyi reddediyordu. Ayrıca o kadar çok parça vardı ki. Yırtılmış, yamulmuş, imkânsız duran parçalar. Midesi büzüldü, Felix suratını kontrol paneline sertçe vurduğunda aldığı darbenin ver­diği mide bulantısı, şimdi çevresindeki manzaranın deh­şetiyle karıştı.

Kyungsoo duygularıyla savaşıp canavarı korkusuyla ödül­lendirmeye direndi. Ama çok zordu. Hepsi yanılmıştı; Minho, Jisoo, hatta Jongin. Felix on beş kurban almakla
kalmamıştı. Başkaları da vardı, kimsenin eksikliğini duy­mayacağı insanlar. Çürüyen uzuvlar, parlak bir kaburga, hunhar manyaklığının kanıtları odanın her yerindeydi. Işıksız, havasız bir odaydı. Bir hücreydi. Bir mahzen. Bir...

Çık şu durumdan!

Avcı sezgileri, Kyungsoo'yu doğuştan izini kazımış özelliği konuşuyordu. Kyungsoo paniğini içine atarak odaklandı ve odanın aslında zifiri karanlık olmadığını anladı. Felix pencereleri karartmıştı ama bir parça ışık kenarlardan sızıyordu; çok par­lak, doğal olamayacak kadar beyazdı, demek ki Kyungsoo gece inecek kadar uzun zamandır baygındı.

İşte bu ışık, odanın hasta ruhlu gerçeğini görmesine olanak sağlıyordu. Parça­lanmış vücutlar bir sürü çöp yığını gibi etrafa saçılmıştı.

Ama hepsi paramparça değildi. Tam karşıdaki duvarda, bileklerine zincirler vurulmuş birisinin, bir zamanlar insan olan birisinin kurumuş cesedini gördü. Derken o kurumuş kabuk ona göz kırptı ve Kyungsoo, ada­mın hâlâ yaşadığını fark etti.

"Tanrım!"

Kendini tutama­ dan ağzından kaçmıştı.
Karşısındaki canavar, bir başmelek kılıfına bürünmüş yaratık, baktığı yere döndü.

"Demek Bobby ile tanıştınız. Çok sadıktır, hiç şikâyet etmeden benimle birlikte neleri aştı. Değil mi, Bobby?"

Kyungsoo, Felix'in yüzündeki zalim mizahı gördü ve tam şu ana kadar gerçek kötüyü hiç anlamadığını fark etti. Bobby bir vampirdi, orası kesindi. Bu kadar kurumuş kalmış hiçbir insan yaşayamazdı, vampir sanki kocaman, parla­yan gözleri dışında vücudundaki tüm nemi kaybetmiş gi­biydi. Kurtulmak için yalvaran gözler.

Felix tekrar Kyungsoo'ya döndü, onun gözleri, canlı, çok güzel gözleri kahkahalar atıyordu. "Onu yanımda ge­tirdiğim için kendini özel bir şey sandı. Maalesef, bir süre onu unuttum."

Güç dolu o bakış bir anda sinirli bir hâl
aldı, adeta kırmızı görmeye başlamıştı. O ışıldayan gözler birdenbire bozuldu. Kyungsop, Felix'in onu attığı köşede çok ama çok hareket­siz durdu ve gözü dönmüş başmelek silahlarını almayı akıl etti mi acaba diye merak etti. Kyungsoo vücudunun üstünde bir şey hissedemiyordu ama Felix belki bir ikisini kaçır­mış olabilirdi, tıpkı kafasının üzerindeki kürdan inceliğindeki bıçak ya da ayakkabısının içindeki kılıfa yerleştirilen yassı bıçak gibi. Kyungsıı ayak parmaklarını kıpırdatıp botlarının güven veren sağlamlığını hissetti.

Jisoo bu botları ona hediye olarak almıştı; Kyungsoo o şapşal kadını hiç o anda olduğu ka­dar çok sevmemişti.

Felix gözlerini avcıya dikti. "Ama benim sadık Bobby'm çok işe yaradı," vampire döndü, "değil mi? Küçük oyunla­rımın hayranı ve seyircisi oldu."

Angel's Blood||KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin