"Sessiz ol," diye mırıldandı Kyungsoo, kalkması için ısrar eden kaba bir ses tarafından mışıl mışıl uykusundan uyandırıldı. "Uyumak istiyorum."
"Bana emir vermeye mi cüret ediyorsun, ölümlü?"
Yüzüne buz gibi soğuk sular çarpıp Kyungsoo'yu kâbusun içine uyandırdı. Kyungsoo ilk başta gördüklerini birleştirip anlamlandıramadı. Zihni resmen parçalan bir araya getirmeyi reddediyordu. Ayrıca o kadar çok parça vardı ki. Yırtılmış, yamulmuş, imkânsız duran parçalar. Midesi büzüldü, Felix suratını kontrol paneline sertçe vurduğunda aldığı darbenin verdiği mide bulantısı, şimdi çevresindeki manzaranın dehşetiyle karıştı.
Kyungsoo duygularıyla savaşıp canavarı korkusuyla ödüllendirmeye direndi. Ama çok zordu. Hepsi yanılmıştı; Minho, Jisoo, hatta Jongin. Felix on beş kurban almakla
kalmamıştı. Başkaları da vardı, kimsenin eksikliğini duymayacağı insanlar. Çürüyen uzuvlar, parlak bir kaburga, hunhar manyaklığının kanıtları odanın her yerindeydi. Işıksız, havasız bir odaydı. Bir hücreydi. Bir mahzen. Bir...Çık şu durumdan!
Avcı sezgileri, Kyungsoo'yu doğuştan izini kazımış özelliği konuşuyordu. Kyungsoo paniğini içine atarak odaklandı ve odanın aslında zifiri karanlık olmadığını anladı. Felix pencereleri karartmıştı ama bir parça ışık kenarlardan sızıyordu; çok parlak, doğal olamayacak kadar beyazdı, demek ki Kyungsoo gece inecek kadar uzun zamandır baygındı.
İşte bu ışık, odanın hasta ruhlu gerçeğini görmesine olanak sağlıyordu. Parçalanmış vücutlar bir sürü çöp yığını gibi etrafa saçılmıştı.
Ama hepsi paramparça değildi. Tam karşıdaki duvarda, bileklerine zincirler vurulmuş birisinin, bir zamanlar insan olan birisinin kurumuş cesedini gördü. Derken o kurumuş kabuk ona göz kırptı ve Kyungsoo, adamın hâlâ yaşadığını fark etti.
"Tanrım!"
Kendini tutama dan ağzından kaçmıştı.
Karşısındaki canavar, bir başmelek kılıfına bürünmüş yaratık, baktığı yere döndü."Demek Bobby ile tanıştınız. Çok sadıktır, hiç şikâyet etmeden benimle birlikte neleri aştı. Değil mi, Bobby?"
Kyungsoo, Felix'in yüzündeki zalim mizahı gördü ve tam şu ana kadar gerçek kötüyü hiç anlamadığını fark etti. Bobby bir vampirdi, orası kesindi. Bu kadar kurumuş kalmış hiçbir insan yaşayamazdı, vampir sanki kocaman, parlayan gözleri dışında vücudundaki tüm nemi kaybetmiş gibiydi. Kurtulmak için yalvaran gözler.
Felix tekrar Kyungsoo'ya döndü, onun gözleri, canlı, çok güzel gözleri kahkahalar atıyordu. "Onu yanımda getirdiğim için kendini özel bir şey sandı. Maalesef, bir süre onu unuttum."
Güç dolu o bakış bir anda sinirli bir hâl
aldı, adeta kırmızı görmeye başlamıştı. O ışıldayan gözler birdenbire bozuldu. Kyungsop, Felix'in onu attığı köşede çok ama çok hareketsiz durdu ve gözü dönmüş başmelek silahlarını almayı akıl etti mi acaba diye merak etti. Kyungsoo vücudunun üstünde bir şey hissedemiyordu ama Felix belki bir ikisini kaçırmış olabilirdi, tıpkı kafasının üzerindeki kürdan inceliğindeki bıçak ya da ayakkabısının içindeki kılıfa yerleştirilen yassı bıçak gibi. Kyungsıı ayak parmaklarını kıpırdatıp botlarının güven veren sağlamlığını hissetti.Jisoo bu botları ona hediye olarak almıştı; Kyungsoo o şapşal kadını hiç o anda olduğu kadar çok sevmemişti.
Felix gözlerini avcıya dikti. "Ama benim sadık Bobby'm çok işe yaradı," vampire döndü, "değil mi? Küçük oyunlarımın hayranı ve seyircisi oldu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel's Blood||KaiSoo
FanficTehlikeli bir yakışıklılığa sahip Seul başmeleği Jongin, vampir avcısı Kyungsoo'ya bir iş teklifi etmişti.