Jongin kapıyı arkasından kapatıp, üzüm bağındaki kocaman bir kulübenin zarif güzelliği arkasına saklanmış, bodrum katındaki devasa kütüphaneye girdi. Şöminede yanan ateş duvardaki aplikler dışında odaya ışık veren tek kaynaktı, aydınlıktan çok gölge oluşturuyordu. Bu mekânda bir yaş hissi gizliydi, sanki tepesindeki modern evden çok daha uzun zaman önce de burada olduğunun sessiz bilgisi saklıydı.
"Oldu," dedi, ateşin karşısındaki yarım daire koltuklarda yerini alıp.
Ona göre hava çok sıcaktı ama kardeşlerinden bazıları daha hafif iklimlerden geldiklerinden sonbaharın serinliğini iliklerinde hissediyorlardı.
"Anlat hadi," dedi Key. "Bize avcıdan bahset."
Jongin arkasına yaslanıp onunla birlikte oturan diğerlerine şöyle bir göz attı. Onlar Meclisi seanstaydı. Ama eksiklerdi.
"Felix'in yerine birisini koymalıyız."
"Henüz değil. Şeyden sonra ancak..." diye fısıldadı Jimin, acı dolu gözlerle. "Onu avlayıp yakalamak sahiden de.."
Yugyeom elini diğer meleğin omzuna koydu. "Başka şansımız yok biliyorsun ki. Yeni zevklerini sürdürmesine izin veremeyiz. Eğer insanlar bir keşfederse..." Başını olumsuz anlamda çevirirken gözleri karaydı. "Bizden canavarmışız gibi korkarlardı."
"Zaten korkuyorlar," dedi Jackson. "Gücü tutabilmek için hepimiz biraz canavarlaşmak zorunda kaldık."
Jongin de onunla aynı fikirdeydi. Jackson aralarındaki en yaşlı meleklerden biriydi. Binlerce yıldır öyle ya da böyle baştaydı ve şimdi bile gözlerinde en ufak bir usanma
belirtisi yoktu. Belki de sebep, Jackson'un, diğerlerinin sahip olmadığı bir şeye sahip olmasıydı; sadakatinden şüphe edilemez bir sevgiliye. Jackson ve Nayeon dokuz yüz yıldan uzun süredir birlikteydiler."Ama," diye belirtti Choi Youngjae, "birilerinin sizden korkup size sonsuz hürmet duymasıyla, sizden tümden nefret edip kaçması arasında büyük bir fark var."
Jongin arada öyle bir çizgi olduğundan emin değildi, fakat Youngjae başka bir çağdan kalma bir başmelekti. Çocukları aracılığıyla ona saygıda kusur edilmeyen bir anaç ağın gücünü elinde tutuyordu, üstelik de asırlardır böyleydi. Eğer Jackson yaşlıysa, Youngjae cidden tarihten bir yapraktı. Ona nazaran Jongin, topu topu beş yüz yıldır baştaydı, zaman bakımından devede kulak sayılırdı bu kıyaslama. Fakat bu iyi bir özellik olarak ortaya çıkabilirdi.
Youngjae'nin aksine, Jongin ölümlüleri anlamayı kesecek kadar yükseklere çıkmamıştı. Meleklikten başmelekliğe geçişinden önce bile, kardeşlerinin zarif huzurundansa hayatın keşmekeşini tercih ederdi. Şimdi ülkenin en işlek şehrinde yaşıyor, orada yaşayanların ruhu duymadan sıklıkla onları gözetliyordu.Tıpkı bugün Doh Kyungsoo'yu izlediği gibi.
"Gizliliği tartışmamıza hiç gerek yok," dedi,
Jimin'in hafif hıçkırıklarını keserek. "Hiç kimse Felix'e ne olduğunu bilemez. Biz var olduğumuzdan beri böyle geldi, böyle gidiyor."Sessizce kafa sallamalar oldu. Hatta Jimin bile göz yaşlarını silip arkasına yaslandı, gözleri netleşti, yanakları kızardı. Tarif edilemeyecek güzellikteydi. Melekler arasında bile, her zaman en parlak yıldızdı, her daim âşıkları vardı, ilgilerin odağıydı. Tam o sırada, Jongin ile göz göze geldi ve o gözlerin içinde Jongin'in karşılık vermemeyi seçtiği, duyusal bir soru ortaya çıktı. O halde Felix'in yasını tutmuyordu, kendi yasını tutuyordu. Jimin'in karakterine daha uygundu bu zaten.
"Avcı oğlan," dedi bir saniye sonra hafiften siniri bozuk bir sesle. "O yüzden mi seçtin onu?"
"Hayır." Jongin, acaba bu yeni tehditten dolayı Kyungsoo'yu uyarsam mı, diye merak etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel's Blood||KaiSoo
FanfictionTehlikeli bir yakışıklılığa sahip Seul başmeleği Jongin, vampir avcısı Kyungsoo'ya bir iş teklifi etmişti.