16. İNCİ KÜPELİ KIZ

114 38 6
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR!

*

kara vezir

Fren, kuvvetin yetiştirdiği emir ile tekerlerin dönüşünü silikleştirirken asfaltın sağ tarafında kalan -ihtişamın vücut bulmuş hali olan- eve bakıyordum. Tabii ıslık çalmadan da yapamamıştım. Islığım Aracı'ya küçük çapta bir kahkaha attırdı. Kahkahası arabanın içinde yankılanmıştı. Teyit etme ihtiyacı ile, "Burası mı?" diye sordum.

"Hı-hım." Parmaklarını etkileme verircesine direksiyona vurdu. "İnelim mi?"

Emniyet kemerinin klipsine -belli belirsiz- dokunarak açtım. "İnelim." Kapıyı açıp botumu kirsiz kaldırıma bastım. "Ve kasıntı Bakırcı'nın mabedine girelim."

Aracı da aynı şekilde arabadan iniyorken tekrar gülümsemişti. "Az önce kasıntı mı dedin sen?" inanamayarak sordu.

"Evet." Evin bahçe kapısını geçtim. "Yoksa itiraz mı edeceksin?"

"Asla." Dudağını bükmüştü. "Hem... Doğru söze ne denir ki?"

Yan yana, taşlarının arasından çimler fışkıran basamakları çiğnedik. Sonra yine taşlarla -spesifik olmak gerekirse çakıl taşlarıyla- örülmüş yürüyüş yolunda ilerlemiştik. İki yanında pembe boyalı gargoyle heykellerinin yükseldiği kapıya kadar da ilerledik. "Anahtar var mı sende?" dedim ne yapacağını oldukça iyi bilen Aracı'ya hitaben.

Hiç düşünmeden elini gargoyle heykelin ağzına daldırıp altın sarısı parıltılar yayan anahtarı çekmiş; bana göstermişti. Kapıyı açtı. Eve girdik.

Girişin hemen solunda oldukça büyük ve oldukça gösterişli bir Amerikan mutfak vardı. Mutfağın karşısındaki -sağda kalan- dairemsi bölgeye ise Osmanlı tarzında koltuklar döşenmiş; şömine yerleştirilmiş olan duvarın tamamı tablolarla kaplanmıştı. Bunun dışında, mutfak ve oturma odasının ortasından yukarıya doğru spiral bir merdiven çıkıyordu. Ev oldukça sessizdi. Sessizlik... Ürkütücü sessizlik Bakırcı'nın mabedini daimi mesken niyetine tutmuştu bir nevi. "Evde kimse yok mu?" diye sordum. Sanki Aracı da seninle birlikte gelmedi buraya.

"Eren evinde hizmetçi olmasından hoşlanmıyormuş," dedi Aracı iç sesimi yalancı çıkartarak. Demek ki; içeriye aynı anda girmiş olsak bile sorumun cevabını saklıyormuş cebinde. Altın sarısı anahtarı avucunda sıkıştırıp merdiveni işaret etti. "Yukarı çıkıp dosyayı alacağım. Sen burada mı kalacaksın?" Kafamı sallayarak söylediğine katıldığımı belirttim. Arkasını dönüp merdivene atıldı. Buraya gelme nedenim defile esnasında üstünlük taslayan aslan yavrusunun inini bizzat merak ettiğimdendi. Kısmen de olsa görmüştüm işte ini. Yukarı çıkmanın âlemi yoktu.

Sağa dönüp -iki-üç basamaklık inişin devamında- oturma odası kısmına geçtim. Botlarımı öpen ilk şey tarihi bir halı olmuştu. Esasında tarihten anlamayan, tarihe ilgi salmamış biriydim. Fakat bu halı 'ben antikayım. Tarih kokuyorum, tarih' diyerek ortalığı inletiyordu adeta. Öyle ya da böyle, halının arka plandaki sesini kısmayı bir şekilde başararak koltukların çevresinden dolandım. Vitrin vitrin dizilmiş; Eren Bakırcı adı ile damgalanmış kupaları, madalyaları, diplomaları ve belgeleri inceledim. Bakırcı, ak süt misali temiz bir sicilin sahibiydi.

Azıcık azıcık şömine tarafına adımladım. Şöminenin üstündeki rafa -hiç boşluk kalmayacak şekilde- fotoğraf çerçevelerinden set çekilmişti resmen. Ellerimi arkamda kavuşturup çerçeveleri incelemeye başladım. Birinci fotoğrafta Bakırcı tek başınaydı. Kolunun altına futbol topu sıkıştırmış; güneşe karşı kirpik kısmıştı. İkinci fotoğrafta yanında bir adamla kalemsi bir yapının önünde poz vermişlerdi. Adam ile olan sima eşliğinden yola çıkarsam; adamın Bakırcı'nın babası olması muhtemeldi. Üçüncü fotoğraf kürsü arkasındaydı. Bakırcı kendisi gibi elit insanlara konuşma yapıyordu. Dördüncü fotoğrafı Burç Halife'de, elinde içki bardağı yanında kafası sarıklı ve beyaz çarşaflar giymiş adamlarla çektirmişti.

PERİ PADİŞAHININ KIZI VE KARA VEZİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin