KEYİFLİ OKUMALAR!
*
kara vezir
Bizler kimliklerimizin daimi tutsaklarıydık. Doğduğumuzda isim yalanı altında damgalanıyorduk. Ömür boyu taşımak zorunda kaldığımız damgalar bizimle birlikte gelişerek katı formlara kavuşuyordu. Gelişmenin sonu olduğu gibi isim etiketleri de bir noktadan sonra gelişmeyi durduruyor ve etiketlere kazınan şeyler kaderimiz oluyordu. Kaçamıyorduk. Saklanamıyorduk. Kimliklerimizin ağırlığını taşıyor; kimliklerimizi değiştiremiyorduk. Kurtulamıyorduk.
Hiç Kimse olduğum vakitler kimliksiz bir gezgin, esas özgürün kendiydim. Fakat sonrasında, özgürlüğün ipi boynuma dolanmış, ip beni etiketime sürüklemişti. Karan Bakırcı: Haberim olmadan bir yerlerde şekillenen sıfatın tanımı. Uğraşmaya gerek yoktu. Zira rezerve edilen, önünde sonunda yapışacaktı bana. Sarmalandığım bandın yapışkanımsı yapısını göz ardı etmeye çalışarak pencereden dışarıya baktım. Kuşlar oradaydı. Benden sonra da orada kalacaklardı. Ötecek; daha kaç kişiyi kızdıracaklardı?
Alnımda hissettiğim elin soğukluğuna hazırlıksız yakalanmıştım. Sessiz sessiz yatağımın yanına kadar giren terapiste hayırdır bakışlarımdan fırlattım. Elini çekip yatağın ucuna oturdu. "Zeliha hemşirenin abarttığını sanmıştım ama gerçekten çok ateşin varmış," dedi. Oysa ne halsizdim ne de üşüyen birisi. "Ateş düşürücü yaptılar mı?"
Fiziksel sağlığımı gerçekten umursamıyordu. Onun gözetiminde başıma bela açmamamı, onun adını lekelemememi istiyordu o kadar. Her koyun, asılma tehlikesine karşı bacağını savunmalıydı neticede. "Bilmem." Başımın altındaki pamuklu yastığı düzelttim. "Koluma sapladıkları her iğnenin reçetesini istemiyorum." Yaz yağmurunda ıslandım diye çekiyordum bu faslı. Yaz yağmuru bile şov yapmak için beni seçmişti. Ya harbiden talihliydim ya da talihsiz paratonerin teki.
"Neler olduğunu hatırlıyor musun?" diye sordu. Beni bir şeyleri anlatmaya, bir şeyleri hatırlamaya, bir şeyleri tartışmaya ve bir şeyleri değerlendirmeye teşvik etmekten başka görevi yoktu yatağıma kurulmuş kadının. Beş ayda o, beni çözdüğünü söylüyorsa ben de onun görevini çözümlediğimi söyleyebilirdim, aynı şartlarda. "Üzgünüm," dedim. Başparmağımı ve işaret parmağımı kullanarak şakağıma hayali bir kurşun sıktım. "Hafızam istifa etti."
"Öyleyse yerine birini işe almalısın," diye öneri sunuyormuşçasına bir tavra bürünmüştü. Üzüm bağında ortaçağ sohbeti yaptığı Kara Vezir'i arıyordu. "Çünkü biz insanlar, hafıza kayıtlarına muhtaç yaşarız."
Dudağımın sağ kenarını yukarı kıvırdım. Aradığı kişiye ulaşamayacaktı. Onu göndermiştim. Gönderilenin yeteneği ise dönmemekti. "Yazıp çizdiğin bir defter vardı." Terapi odasında, ben anlatıyorken desen çizdiğine emin olduğum kara kaplı defteri... "Baksana oraya illa ki bir şeyler vardır."
"Kendini dövdün Karan." Durumun ciddiyetini gözlerini büyüterek belirtmişti. "Pinhan'ı dövdüğünü düşünerek kendini dövmüşsün." Beşi bir yerde misali yüzümün belli bölgelerine ağırlık yapıp; çeken yaralara parmak uçlarımı dokundurdum. Tabii ya, sebep yazılmalıydı bunların birine bin defa. "Belki de artık Pinhan'ı konuşmanın zamanı gelmiştir."
Terapistin kendisi ile çelişkisine göz devirmeden duramadım. Hastaneye yatırıldığımdan beri beni Pinhan'ın var olmadığına ikna etmeye çalışmış; çalıştığını ise kısmen başarmışken şimdi, eski dostum hakkında sohbet davetiyesi iletiyordu şahsıma. "Olmayan biri hakkında ne konuşabilirim ki?" diye sordum. Kuşların kazandığım puanları kutladığını duyabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERİ PADİŞAHININ KIZI VE KARA VEZİR
General FictionPeri Padişahının Kızı, annesini kaybettikten sonra içinde bulunduğu elit çevreye uyum sağlayamamaya başlar. Kendini yavaş yavaş toplumdan soyutlar. Aitlik algısını yitirir ve yirmi birinci yaş gününde intihar etmeye karar verir. Ancak hayat, onun ka...