19. YARIM VE YALNIZ

110 34 4
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR!

*

peri padişahının kızı

Tutunduğum korkuluktan merdiven boşluğuna doğru sarkıp, "Seher Abla," diye bağırdım. Bağırışım fazlaca gürültü yapmıştı. Gürültü yaptığımda azarını benden esirgemeyen babam evde olmadığı için şanslıydım ki Seher Abla'ya rahat rahat seslenebiliyordum. "Seher Abla." Gerçi tam anlamıyla rahat olduğum da söylenemezdi çünkü hastalıktan parçalanan boğazım sesimi çıplak kuvvetiyle boğuyordu. "Seher Abla neredesin ya?"

"Geldim," dedi Seher Abla'nın sesi fersah fersah uzağımdan. "Geldim." Çok geçmeden merdiven boşluğunda görünmüştü. Ellerini sarı beze kuruluyorken kafasını kaldırıp bana baktı. "Emredin İlke Hanım."

Ona yansıtmadan ofladım. Ona emretmediğimi, ona emretmeyeceğimi anlatmak; Kara Vezir'e tutarlı bir kimlik benimsetmekten zordu resmen. "Müsait misin?"

"Tabii," dedi. Herhangi bir komutumu hızla yerine getirmeye hazır durumdaydı. "Ne istemiştiniz?"

Tırnaklarımı korkulukta tıkırdattım. "Şu mucizevi ıhlamur çayından bir demlik, antibiyotik, Lavande'den gelen kıyafet kolileri..." isteklerimi sıralıyorken aklıma takılan düşünceyle duraksamış, eklemiştim. "Kıyafetler hala kolilerde değil mi?"

"Evet efendim. Geçen aydan beri bekliyorlar."

"Güzel," dedim gülümseyerek. "Foncé parfümlerinden de getir. Bizim yeni koleksiyonu da görmek istiyorum. Ayrıca maşa, pres makinesi ve dondurucu spreye de ihtiyacım olacak." Seher Abla söylediklerime kafa sallamayı bırakmazken, "Hazırlanmama yardım etmen gerekiyor," diyerek ricacı olmaya özen tanıyordum. "Çabuk gel lütfen. Bekliyorum." Yeniden kafasını sallayıp kadrajdan kayboldu. Ona uyup ben de elimi eteğimi kadrajdan çekecektim ki, "Seher Abla," haykırışımı yineleyen yeni düşüncelerin birikimiyle sabit kalmıştım.

Saniyelik gecikmenin ardından buluştu gözlerimiz. "Buyurun?"

"Oje kataloğunu da getirir misin?" Eh, akşam önemli biriyle önemli bir yemek yenecekse iki ayak bir pabuca girerdi, felek de şaşardı bir yerde.

kara vezir

Ülkenin parasızlıkla boğuştuğu, hatta kimilerinin paraya el sürmesinin haram kılındığı bir dönemde yaşıyorduk. Halkın paraya ihtiyacı olduğu belliyken halktan olan Oğuzhan'ın ise paraya ihtiyacı olmadığı barizdi. Zira dairesine yirmi beş kuruştan satılan market poşetlerinden bir krallık kurmuştu.

Yok yok pazarı misali abartılı doluluk sergilemekten çekinmeyen kilerin ışıklarını açtım. Ağzını üfleyerek araladığım poşete yarım bidon benzini -aklı başında bir birey ne diye evinde benzin bulundururdu bilmiyorum- koymuştum. Pinhan'ın çakmağını yine vermemesi, inada başvurması, pes etmemesi gibi olasılıklarla karşılaşma durumuna karşın iki kutu kibrit aldım. Yeterli miktarda ipi ve bir çeşit karınca öldürücü ilacı da poşete eklemiştim. Karıncalarla derdim yoktu, kabul. Onlar yoldaşlarımdı. Kraliçe karınca ile aramızda sözleşme imzalanmış gibi terk edilmiş inşaatta, birlikte, yuvarlanıp gidiyorduk. Lakin Peri Padişahının Kızı karıncalı ortamda akşam yemeği yemeyebilirdi. O zaman sözleşmeyi bozmak gerekirdi.

Kilerden çıktım. Koridoru geçiyorken botuma takılan püsküllü halı gözüme epey hoş görünmüştü. Üstünü kapattığı ceviz boyalı parkeye oldukça yakışmıştı. Öyleyse betona da yakışabilirdi. Şu saatten sonra tozu dumana katmaya, yarım kalmış hesapları kapatıp bu şehirden gitmeye karar vermişken Oğuzhan'ın kaybolan eşyalarını fark edip etmemesi umurumda değildi. "Eşyalarına değer veriyor olsaydı," dedi Pinhan mutfaktan. "Kapıya daha sağlam bir kilit takardı."

PERİ PADİŞAHININ KIZI VE KARA VEZİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin