22. ÇIKMAZ SOKAĞA TÜNEL KAZMAK

140 30 7
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR!

*

peri padişahının kızı

Odada bulunan klima sisteminin hiçbir şeyi değiştirmediği gibi, pembe tüylü yelpazemi yüzüme doğru hareket ettirmem de hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ruh halini ilkbahara çeviren hava, yazın bunaltıcı sıcağını iyiden iyiye hissettirmekte epey ustaydı.

Kaşımdaki avangart koltukta oturmuş, gergince bacağını sallayıp sağ yüzük parmağındaki -henüz kurdelesi dahi çıkartılmamış- nişan yüzüğüyle oynayan Eren'e baktım. Aynı zamanda spot ışıklarından vuran parlaklık Eren'in yüzüğünün eşini taşıyan parmağımı da görüş açıma girmeye teşvik edip duruyordu. İkimiz de gergindik. Dışarıda bizim için düzenlenen nişan töreni kutlaması hız kesmeden devam ediyorken dinlenme odasında oturmuş zihnimizi kemiren sıkıntılarla boğuşmakla meşguldük.

Kapı tıklatıldı. Eren'in konuşmayacağını bildiğim için, "Girin," demek bana düşmüştü. Komutumu duyan görevli iki saniyenin ardından kucağındaki tepsiyle birlikte içeri girdi. Yüzüne sahici, asla düşmeyecekmiş gibi duran, hammaddesi gülümseme olan bir maske takmıştı. Taşıdığı tepsinin içindeki gümüş tabakları orta sehpanın üzerine -hemen karşılarımıza- bıraktı. "Afiyet olsun," dileğini sunduktan sonra odadan çıkmıştı.

Yelpazeyi kenara koyup içinde enfes kokulu çilekli pasta diliminin durduğu gümüş tabağı aldım elime. Bu bizim nişan pastamızdı fakat pasta benim için nişan pastası olmaktan fazlasıydı. Koyu pembe rengi, çilek çekirdeklerinden hazırlanmış jölemsi sosu ve tüm tüm görünen çilekleriyle pasta bana Kara Vezir'i çağrıştırıyordu. Onu ne zaman düşünsem göz pınarlarımda birikmeye dünden hevesli olan yaşları kovdum. Tabak gibi gümüş olan çatalı pastaya saplayıp büyükçe bir lokmayı çiğniyorken kendimi tutamamış birazcık fazla sesli gülmüştüm. Gülmekle ağlamak...

Buruk gülüşüm Eren Bakırcı'nın dikkatinden kaçmadı. Bacağını sallamayı bırakıp saçlarını çekiştirirken, "Ne oldu?" diye sordu. Kafamı pasta tabağından kaldırıp gözlerine baktım. Kara Vezir'in som gümüşü gözlerinin bir ton koyusuydu onun gözleri. Pişmanlıkla puslanmıştı ifadesi. Böğürtlen karası saçlarından hüzün akıyordu çehresine, sanki. Tutamadığım birkaç damla yaş yanaklarımdan boynuma süzüldü. Ona bu kadar benzemek zorunda mıydı? "Hiç," derken omuzlarımı silktim. "Bir keresinde Karan..." asıl ismini telaffuz etmek taş kaldırmaktan ağır geliyordu bünyeme. "Çileğe alerjisi olduğunu söylemişti."

Sırtını tamamen koltuğa yaslayıp kollarını göğsünde bağladı. Klasik ve spor karışımı tarzda olan ayakkabısını orta sehpaya yasladı. Uyguladığı güçle ayakkabısının katlanışını izliyorken şu beş ay içinde ne kadar çok değiştiğini göz ardı edemeyeceğimi fark ettim. İlk tanıdığımda soğuktu. İnsancıl değildi. Çıkarlarını açık açık belli etmekten çekinmiyordu. Uğrunda her şeyini feda edebileceği bir hırsa efendilik yapıyordu. Ta ki saklı bir kardeşi olduğunu öğrenene kadar... Kara Vezir için ağabeyinin olması hiçbir şeyi değiştirmezken Eren Bakırcı için bir kardeşinin olması, buzul adasına doğan yakıcı bir güneşti. Güneş acımasız buzulları eritmiş geriye ise sel altında kalmış bir ada bırakmıştı. Neyse ki Eren yüzmeyi biliyordu. Yönünü bulabilirse adadan kurtulacağından emindim. Yönünü bulması için elimden geleni ardıma koymayacaktım. Zaten bu nişan da en basitinden bir parçaydı. İhtiyacımız olan pusulayı yapmamız için gerekli olan bir parça, zorunluluğun sağladığı bir parça.

"Onu benden daha iyi tanıyorsun." Hayır tanımıyorum. Sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum. Tespiti, çatalı tabağa düşürmeme sebep olmuştu. Ayakkabısından kopardığı bakışlarını bana çevirdi. Çaresizliğin elli tonunu ifşa ediyordu gözleri. Eğer bir sanatçı onun gözlerine hâkim olan tonlara vakıf olsaydı kartelaya yeni renkler kazandırır, boyamada çığır açardı. "Onun hakkında başka ne biliyorsun?" Hiçbir şey.

PERİ PADİŞAHININ KIZI VE KARA VEZİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin