Sabah gün ışığı odaya dolarken üstümdeki battaniyeyi kendime siper ettim. Bu küçük hareket bile canımın yanmasına yetmişti. Kendimi öyle hâlsiz hissediyordum ki ömrümün geri kalanını bu yatakta geçirmeye razıydım.
Tabii bu kararlı duruşum sadece birkaç dakika sürdü. Annem gürültülü bir şekilde odama dalıp da benim hâlâ uyuduğumu fark edince bastı yaygarayı.
"Ali, sen hâlâ uyuyor musun evladım? Baban çoktan uyandı, nerede bu diye söyleniyor."
Anneme verdiğim cevap sağlam bir öksürük oldu. Her öksürdüğümde ciğerlerimin resmen yandığını hissediyordum.
"Oğlum!"
Üzerimdeki yorgan, battaniye ikilisi saniyeler içinde yere düşerken alnımda annemin soğuktan buz tutmuş elini hissettim. Ya ben fazlasıyla sıcaktım ya da elleri çok soğuktu. Onu bile ayırt edebilecek durumda değildim.
"Ali'm sen yanıyon annem!"
Elini alnımdan uzaklaştırmak için bir hamlede bulunduğum sırada dün geceden kalma kurumuş kan izlerini görünce bu defa ağlamayla karışık bir feryat kopardı. "Ali ne oldu çocuğum sana? Kavga mı ettin? Bu kan ne?"
Öyle yüksek sesle bağırmıştı ki daha o cümlesini bitirmeden Gökhan ve babam hızla odama daldı.
"Yahu ne oluyor? Neden bağırıyorsun kadın?"
"Gel Hüseyin, gel! Bak şu çocuğun hâline."
Babam önce elimdeki kurumuş kana sonra da bana baktı. Büyük ihtimal yüzüm ateşten kıpkırmızı kesilmişti. Elimdeki kurumuş kana pek aldırmadı da yüzümün hâlini görünce gözlerinden bariz bir acıma ifadesi geçti.
"Tamam, sakin ol. Belli ki üşütmüş. Yat oğlum sen. Kalkma bugün. Ben işleri hallederim."
Konuşmaya mecalim olmadığından başımı sallamakla yetindim. Annemle babam odadan çıktıktan sonra Gökhan yanıma oturdu. "Abi, bir şey istiyor musun? Sevda ablaya haber vereyim mi? Şimdi seni köşe başında göremeyince merak etmiştir."
Gözlerim duvardaki saati bulduğunda Gökhan'ın haklı olabileceğini düşündüm. Sevda bu saate kadar gelmese ve bana haber vermese ben yüksek ihtimalle meraktan deliye dönerdim.
Gökhan, benden bir cevap beklerken telefonuma gelen mesaj sesi duyuldu. Öksürüğümün arasından zorla konuştum. "Ver bakayım telefonu."
Başucumdaki komodine eğildikten sonra telefonu eline aldı. "Sevda abla mesaj atmış."
Sadece çok kısa bir an heyecanlanmıştım. Bu heyecanım mesajı açana kadar sürdü.
Ben arkadaşımla gideceğim. Merak edersin diye haber vereyim dedim. Akşam düğünde görüşürüz.
Telefonu odanın diğer ucuna fırlatmamak için kendimi zor tuttum. Öfkeden koyulaşmış bakışlarım Gökhan'ı bulduğunda biraz korkarak biraz da merakla sordu.
"Kötü bir haber mi?"
Başımı iki yana salladım. "Hadi sen okula git. Geç kalacaksın. Bir sorun yok."
Söylediklerime inanmamış gibi bakınca, "Sorun yok dedim oğlum, hadi..." diye ısrar ettim.
O kadar öfkelenmiştim ki şu an yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Gökhan sessizce çıkınca hâlsizliğimi bile umursamadan yatağa oturup başımı ellerimin arasına aldım. Bir gün içerisinde her ne olduysa Sevda'yı kaybediyordum. Bu gerçek yüzüme tüm çıplaklığıyla vurduğunda sinirle elimi saçlarımın arasından geçirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çözülmeye Hasret Düğümün || Berna Aslıhan
General Fiction"Doğan gün herkese umut olurken bana ıstırap oluyordu. Sevda ve ben aynı gökyüzüne bakan iki ayrı şehir gibiydik. Bir o kadar uzak, bir o kadar tanıdık... Ama asla kavuşamayan iki farklı şehir..." *** Kızın gülüşüne ömrünü emanet edebilecek kadar âş...