Kokusunu içime tekrar çekerken acıyla gözlerimi kapattım. Canım yanıyordu. İmkânsızlığını hissettiğim her anda olduğu gibi yine canım yanıyordu. Ve kahretsin ki hiçbir şey yapamıyordum.
Kısa bir süre sonra zorla da olsa toparlanıp yatakta olabildiğince geri giderek ondan uzaklaştım.
Kendime daha fazla eziyet etmenin bir anlamı yoktu. İlk önce onu uyandırmayı düşünsem de sonradan kıyamadım. Uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalkıp dışarı çıktım. Çıkarken komodinin üzerindeki sigara paketini ve çakmağı almayı ihmal etmemiştim.
Mutfağa girip pencereyi açtıktan sonra dolaptaki küllüğü masaya koydum. Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirip yaktıktan sonra derin bir nefes çektim içime.
Bütün gün içmediğim için ciğerlerim daralmış başım dönmüştü. Kederle bir nefes daha çektim. Duman parmaklarımın arasından süzülürken hüzünlü gözlerle pencereden dışarı baktım.
Bundan sonra ne olacaktı? Nasıl yapacaktım da Sevda'mı elin adamına bırakacaktım?
Uzun süre bu sorunun cevabını düşündükten sonra buruk bir tebessümde bulundum. Bırakmayıp da ne yapacaktım?
Ne gel diyebiliyordum ne de git... Ömrümün sonuna kadar onu da bu belirsizliğin içinde tutacak değildim ya. Sigaradan bir nefes daha çektim.
Yapacak bir şey yoktu. O Murat denen herifle tanışacak, eğer Sevda da ondan hoşlanıyorsa eyvallah diyecektim.
Sigarayı küllüğe basmadan önce derin bir nefes daha çektim. Fazla hızlı çekmiş olacağım ki son nefes bu kez dudağımı yakmıştı. Sigarayı söndürüp kederle dışarıyı izlemeye devam ettim. Pencereden görünen park dikkatimi çekince yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.
O parkta Sevda'yla öyle çok anım vardı ki her biri de gülümsememe neden olan anılardı. Bir keresinde Ömer'le birlikte otururken Sevda bisikletiyle çıkıp gelmişti. Eli, yüzü yağ içindeydi. Onu öyle görünce gülmemek için kendimi zor tutmuştum.
Yüzüne düşen perçemi üfleyerek geri ittirmiş sonra da elinin tersiyle yüzünü silmişti. Gözünün kenarında kalan siyah leke onu daha da komik göstermişti.
Yağdan kararmış ellerine öfkeyle bakıp, "Ben bu işi beceremeyeceğim!" diye isyan etmişti.
Onun sinirlenmesine daha fazla izin vermeden iki büyük adımda yanına ulaşıp elindeki kopmuş zincire bakmıştım. Belli ki atan zinciri takmayı denemiş sonra da nasıl olduysa kopmasına neden olmuştu.
Bal rengi gözlerindeki öfke anında yumuşarken bir kedi yavrusundan farksız bakışlarla yüzüme bakıp, "Bunu tamir edebiliriz değil mi Ali?" diye sormuştu.
O bana nazlı nazlı bakıp adımı söylerdi de benim yapamayacağım bir şey olabilir miydi?
Bisikleti kaptığım gibi tamirhaneye gitmiştim. Sevda beni büyük bir ilgiyle izlerken zinciri tamir edip bisikleti eski hâline çevirmiştim. Oto tamircisi de olsan, mahallede iş yapıyorsan bunlardan da anlayacaksın derdi babam.
En nihayetinde yine Sevda'yı mutlu etmiştim. O günden sonra zinciri her attığında elini sürmeden bana getirdi.
Bakışlarım parktan uzaklaşırken anılardan sıyrılıp kendime geldim. O güzel günler eskide kalmıştı. Hem de çok eskide...
Artık çocuk değildik. Sevda da ben de büyümüştük. Evlenmek, anne olmak isteyecekti. En doğal hakkıydı. Ne denirdi ki?
Çok kısa bir an için hayal ettim. Yanında dört, beş yaşlarında küçük bir kız çocuğu... Aynı annesine benzeyen bal gözleri, kahverengi dalgalı saçları... Bir eli Sevda'nın elinde diğer eli benim elimde...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çözülmeye Hasret Düğümün || Berna Aslıhan
General Fiction"Doğan gün herkese umut olurken bana ıstırap oluyordu. Sevda ve ben aynı gökyüzüne bakan iki ayrı şehir gibiydik. Bir o kadar uzak, bir o kadar tanıdık... Ama asla kavuşamayan iki farklı şehir..." *** Kızın gülüşüne ömrünü emanet edebilecek kadar âş...