Portre Odası, Saat 13.45"Ne dedin sen..?" diye sordu San. Gözleri kocaman açılmış, dudakları şok etkisiyle aralanmıştı. Wooyoung'un kendisini duvara ittirmesinin verdiği sinir tuzla buz olurken aklında sadece tek bir şey dolanıyordu.
Annesinin Wooyoung tarafından tam da burada, bu odada kanlar içinde bulunduğu gün... Bu doğru muydu?
Gözlerinin önüne o kadar iç karartıcı resimler gelmişti ki Wooyoung'un kelimeleri yüzünden endişeyle çarpan kalbinin hızı daha da artmıştı. Eğer onu duvara yaslayan genç hırsız olmasa güçsüz düşüp yere bile çökebilirdi.
"Büyük ihtimal yalan söylediğimi düşünüyorsunuz." Wooyoung yüzünü geriye çekmeden kaşlarını çattı. "Fakat beni doğru duydunuz. O çok sevdiğiniz Kraliçe'nin neler çektiğini biricik oğlu olan siz bile bilmiyorsunuz, değil mi?"
Aslında Wooyoung'un amacı kendi sırrını örtmek için çoktan gerçekleşmiş başka bir olayı ufak değişiklikler ve numaralarla lehine kullanmaktı fakat Kraliçe'den söz ettikçe içinde tuttuğu yoğun bir hüzün bulutunun kararmaya ve kalbine yağmur yağdırmaya başladığını hissediyordu.
Prensler anneleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Özellikle de Prens San.
Bu durum Wooyoung'u sinir ederken San'ın yakasından tuttu ve sertçe sıktı. "Bazen merak ediyorum; benim gibi bir sokak çocuğunun bile bu kadar çok şeyden haberi varken, görmemin ve yaşamamın düşük ihtimal olduğu olaylarla karşılaşmışken nasıl oluyor da siz her şeyi anlamayı reddedip bu kadar aptal olabildiniz?"
Kandırılıp kandırılmadığına artık emin olmuş San için sözcükler can yakmaya başlamıştı. "O zaman sen," dedi bir süre öncesine kadar soğukluğu değişmeyen ses tonu hafifçe çatallaşırken. "Sen doğruyu mu söylüyorsun? Bu... olamaz..."
'Kendimi kurtarayım derken iyice olayları boka sardım.' diye düşünen Wooyoung, San'ın dehşete kapılan yüz ifadesini görür görmez geri çekilmiş ve prensin yakasını bırakmıştı.
Her ne kadar içinde bir yerlerde bu söylediklerinin San tarafından eşelenmemesini umsa da bunun imkansız olduğunu çünkü yalan söyleyeyim derken oldukça önemli bir yapboz parçasını ortaya çıkardığını kabul ediyordu. Kendini tutamamıştı.
Kraliçe'nin kanlar içindeki bedeni, kan gölcüklerinde yüzen sarı saç telleri ve mücadele izleriyle kaplanmış parmak uçları o günden beri Wooyoung'un aklından çıkmıyordu.
Değer verdiği o kadın o gün orada göçüp gitmemişti belki ama hala bir çocuk olan Wooyoung'un kalbinde büyük bir kısım ölmüştü. Wooyoung tam olarak o gün büyümüştü.
Hem Wooyoung hem de San biraz sarsılmışlardı. Wooyoung geçmişi hatırlamanın acısını çekerken San ise daha önce hiç duymadığı bu korkunç olayı en sonunda öğrenmenin verdiği şoku yaşıyordu.
Hala üstündeki etkiyi atamamış olan San, bu sefer harekete geçen taraf oldu ve Wooyoung'u omuzlarından tutup sarsarak "Bu ne zaman oldu?!" diye bağırdı. "Bana hemen her şeyi anlat!"
Wooyoung anlatmak istese de yapamazdı, ki istemiyor ve daha fazla kendini ele vermemek için sessiz kalmayı tercih ediyordu, bu karışıklıklar zincirinden yorulmuştu.
O sırada aniden kapı açıldı.
Gelen nefes nefese kalmış, yüzünden ter damlaları süzülen bir saray muhafızıydı. "Prens San, abiniz..."
Muhafız nefes almak için durakladığında kafası allak bullak olan San, "Abim? Ne oldu abime?" diye sordu ve Wooyoung'u bırakıp hızla kapıya doğru yürüdü. "SANA NE OLDU DEDİM! DERHAL CEVAP VER."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...