Balo Salonu, Saat 19.00Destansı bir büyüleyiciliğe sahip olan balo salonunun ortasında kendini anın büyüsüne kaptırarak dans etmeye başlayan irili ufaklı insanların mutluluğu, bir süredir yüzlerine yapışıp kalmış olan büyük gülümseyişlerinin arasından belli oluyordu.
Yemekler lezzetliydi, bir şeyin tadına bakan daha çok yemek istiyordu. Uzun zamandır özel günler için saklanmış içkiler ortaya çıkarılmıştı, hepsi de bardak bardak götürülüyordu.
Kraliçe'nin yokluğundan beri Choi Ülkesi'nde verilen en büyük etkinlikti bu. Sanki sadece bir doğum günü kutlamak için değil de, yorucu geçen onca yılın acısını çıkarmak içindi bütün bunlar. Öyle hissettiriyordu.
Herkes mutluydu. Ta ki bir çığlıkla müzik kesilene ve etrafı yoğun gri dumanlar sarana kadar...
Bütün eğlence, birisinin "Yangın!" diye bağırmasıyla toz toprak olurken saniyeler içerisinde herkes bağırmaya ve etrafta koşuşturmaya başlamıştı. Balo salonunun gizemli bir şekilde yanmaya başlayan perdelerinden sıçrayan ateş etrafı dumana boğuyordu.
Neler olduğunu ilk olarak kavrayan ve hemen müdahale etmesi gerektiğini bilen Jongho, şaşkınlığa uğramış Yeosang'ın elini korkmaması için tutarak kaşlarını çattı. "Millet! Sakin olun ve birazdan vereceğim talimatlara uyun! Hey, beni duymuyor musunuz?!"
General Jongho'nun net ve keskin cümleleri bile oluşan kaosun içinde eriyip gidiyordu. Kimse generalin ne dediğini duymuyordu. Korkudan ne yaptıklarını bile bilmiyorlardı. Toplum psikolojisi böyle bir şeydi işte.
"Kardeşlerimi göremiyorum General." dedi Yeosang, Jongho'nun elini daha sıkı tutarken. Büyüyen dumandan dolayı uzağı göremiyordu ve insanların çığlıkları onu daha da korkutuyordu. "Ya onlardan birisine bir şey olduysa?"
"Sakin olun prensim, öncelikle sizi buradan çıkarmalı ve güvenliğinizi sağlamalıyım. Kardeşlerinize bir şey olmadığına eminim." Jongho sözünü bitirir bitirmez bahçeye açılan kapıya doğru ilerledi ve bu esnada insanlara hala sesini duyurmaya çalışıp onları bahçe kapısına doğru ilerletmeye ve ateşten uzaklaştırmaya uğraşıyordu.
Ne vardı ki Yeosang'ın kalbi daha önce hiç olmadığı kadar gerginlikle kasılıyordu. Yoktan ateş çıkması başlı başına hayra alamet değilken sanki daha kötüsü olacakmış gibi hissediyordu.
Hisleri onu çoğu zaman yanıltmamıştı. Tıpkı şimdiki gibi.
Narin prens aniden durdu ve hareket eden Jongho'yu da durdurdu. Jongho vakit kaybetmelerinin iyi olmayacağını ve hemen dışarı çıkmaları gerektiğini söylemek için arkasını döndüğünde Yeosang'ı bir yöne bakıp titrerken bulmuştu.
İkisi de o sırada anladı ki kaosun asıl nedeni yanma korkusu ya da etrafı kaplayan gri duman değildi. Prens Mingi, boğazına dayanan hançerle birlikte birkaç adamın kolu arasında tutsak tutuluyordu.
"Bu olamaz." dedi Yeosang. Bir süre önce etrafta musmutlu gezinen ve Yunho'yla dans ederek eğlenen kardeşi bu duruma ne zaman ve nasıl düşmüştü, anlayamıyordu. "Bir süredir içimi rahatsız eden bir şey vardı zaten!"
Yeosang ve General Jongho başta olmak üzere Mingi'nin esir alınışına korkuyla bakanların ne yapabileceklerini bile düşünmelerine zaman tanınmadan saray koridorlarına bağlı kapı açıldı. Gelenler San ve Wooyoung'du.
Koridorda saklanıp pala bıyıklı adamın ne işler çevirdiğini öğrenmeye çalışırken duydukları çığlık sesleriyle işlerin ters gittiğini anlamışlar ve pala bıyıklı adamı bir şekilde bayıltmayı başardıktan sonra koşarak balo salonuna gelmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfic11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...