Yeosang'ın Odası, Saat 20.00Uzun ve stresli geçen bir günün ardından hava kararmış ve yıldızlar ait oldukları yerde gözükmeye başlamıştı. Sokaklarda yanan turuncu lambaların yarattığı nefes kesici manzara, Yeosang'ın kapısı açık balkonundan çok rahat görülebiliyordu.
Mingi geniş balkona yerleştirilmiş minik oturma alanında gergin bir şekilde parmaklarıyla oynarken onun karşısında oturmuş, bugün olanları gözden geçiren San kendi düşüncelerine boğularak dış dünyadan kendini soyutlamıştı.
Her ne kadar Wooyoung'un hazırladığı ve ne olur ne olmaz tarifini saray hekimine verdiği ilaç, Yeosang'ın durumunu daha iyi hale getirmiş olsa da zehirli bitkinin doğurabileceği başka etkilerin tehlikesi yüzünden Wooyoung hala Yeosang'ın odasındaydı.
Bir saniye olsun yatağın yanından ayrılmamış olan General Jongho, "Durumu nasıl?" diye sorduğunda Wooyoung tekrar tekrar ıslattığı bezi narin prensin alnına yerleştiriyordu.
"İyileşiyor fakat her ne kadar asıl hastalığı atlatmış olsa da ateşini görmezden gelemeyiz. Her saat başı alnındaki bezi değiştirmemiz gerek. Endişelenecek bir durum olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim ama."
Mingi oturduğu yerde kafasını öne eğip, "Şükürler olsun..." diye mırıldandı. Abisine bir şey olacak diye çok korkmuştu, hala da korkuyordu, ama Wooyoung'un çabaları sayesinde kalbi bir nebze olsun ferahlamıştı. "Sana ne kadar teşekkür etsem az Wooyoung!"
"Lafı bile olmaz!" dedi Wooyoung ıslak ellerini üstüne sildikten sonra gülümseyerek. O sırada gözleri, sarsılmadığı sürece kimseyi duymayacak olan San'a kaydı. İçinden 'Kesin benim düşündüğümü düşünüyor.' diye geçirdi.
Gerçekten de aynı şeyi düşünüyorlardı. Min Krallığı'nda yetişen ve Choi topraklarında rastlanması oldukça nadir olan bu zehirli bitki sarayın bahçesine nasıl gelmişti? İşte cevabının bulunması gereken soru buydu.
Min Krallığı'nın bile yasal olmadıkça yetiştirilmesini yasakladığı bir bitkinin saraydaki bahçıvanlardan biri tarafından ekilme olasılığı olamazdı. Zaten Wooyoung'un bildiği kadarıyla bu tarz zehirli bir bitkinin Choi Krallığı ikliminde yetişmesi çok zordu.
Henüz hiçbir yapboz tamamlanmamışken ortaya başka yapbozlar çıkıyordu.
"Abi, hey. Beni duyuyor musun sen?" diye seslendi Mingi. San dakikalardır cevap vermeyince onu kolundan dürtmek zorunda kalmıştı. "Nereye dalıp gittin? Şimdi ne yapmamız gerektiğini düşünüyordum. Umarım verecek bir cevabın vardır."
"..." Araladığı dudaklarını kapattı San. Sanki bir şey söylemeden önce onun üstünde son kez düşünmek istemiş gibiydi. Gözlerini balkonun manzarasından kaldırıp en küçük kardeşine yöneltti. "Son bir ay içerisinde saraya girip çıkan her bir mal sahibinin listesini çıkarıp araştırmanı istiyorum senden."
"Ne?" Verdiği tepkiye bakılırsa Mingi bu kadar kesin ve net bir emir beklemiyordu. Abisinin kafasında neler döndüğünü anlayamamıştı. "Neden? Bunun zehirli bitkiyle ne alakası var? Aynı olayın tekrarlanmaması için bahçıvanları uyarmamız daha mantıklı olur."
"Sadece benim dediğimi yap. Sana anlatmakla zaman kaybedemem." dedi San ayağa kalkıp çıkmak için kapıya doğru ilerlerken. "Yarına kadar o liste elime geçmiş olsun. General, siz de saraya en yakın aktarları gezip dolaşın ve böyle bir bitkiyi satıp satmadıklarını gerekirse zor yollardan öğrenin."
General Jongho hemen saygıyla eğilip güneşin ilk ışıklarıyla yola çıkacağını söylerken, Mingi ise hala neden yaptığını bilmediği görevi sırf Yeosang'ın iyiliği için kabul etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...