Şehir Merkezi, Saat 08.55Wooyoung için yeni bir gün, arkasından kovalayan onlarca dükkan sahibinin eline düşmeden hızlı hızlı koşmak ve çevik hareketlerle çaldığı şeyleri çadırına götürebilmek demekti. Tıpkı bugün de olduğu gibi, değişen hiçbir şey yoktu hayatında.
Hayatın anlamsız ve sıkıcılaşmaya başlamış sıradanlığının tek eğlencesi kaçışma esnasında yaşanan gürültü ve bağrışmalardı Wooyoung için. Bundan keyif alıyordu. Zaten başka eğlenceli ne vardı ki koskoca olmasına rağmen boğuk şehir merkezinde?
Birkaç gün önce Yunho'yla olan kısa macerasını bile unutmuştu. O zaman terzi dükkanının içinde yaşadığı yakalanma korkusu bir iz bile bırakmadan kaybolmuştu. Yunho, arkadaşı dükkandan ayrılmadan önce ona etrafta dolaşırken temkinli olması için bir sürü nasihatta bulunmuş da olsa, Wooyoung'un umurunda değildi.
Akşam hırsızlığını öbür günlere nazaran bugün daha az yakıcı olan güneş sayesinde sabahın erken saatlerine çekebilmişti ve mutluydu.
Fakat bir şeyler yanlıştı.
Her zaman gezindiği ve bakındığı yollar daha önce hiç görmediği bir şekilde tenhalaşmıştı. İnsanlar yine vardı tabii ortalıkta. Seyyar satıcıların bağırış sesleri de kolaylıkla duyulabiliyordu ama bu fark edilmesi sadece Wooyoung gibi dikkatli insanlar için mümkün olan sessizlik de neyin nesiydi?
'Koca Lee'yi göremedim.' diye düşündü Wooyoung meraklı gözlerini sağa sola çevirirken. Ne zaman Wooyoung'u görse onu elinde süpürgeyle kovalayan kadınlar da ortalıkta yoktu. Seksek oynamaya çıkıp Wooyoung'u gördüklerinde ailelerinin uyarılarını dikkate alan ve ondan uzaklaşan çocuklar bile meydanda gözükmüyorlardı.
Normalde az insanın uğradığı ve genellikle kedilere ait olan Wooyoung'un yaşadığı sokak bile bir garipti sanki. Sabah güneşi daha tam doğmadan çadırından dışarı çıkan ve her şeyin normal gözüktüğüne emin olan Wooyoung, saat ilerledikçe kalabalıklaşması gerekirken tenhalaşan şehir merkezine anlam veremiyordu.
Hisleri bir şeylerin doğru olmadığını ve trenin raydan çıktığını söylüyordu. Fakat korkmak veya endişelenmek için henüz çok erkendi. Bu yüzden Wooyoung, elindeki çörek ve ekmek dolu poşeti sallayarak çadırına doğru ilerlemeye devam etti.
"Pisi pisi~" diye seslendi ayaklarına sürtünmelerine alışmış olan kedilere. Genellikle yıkık evlerin duvarlarına yaslanarak uyuklayan ve Wooyoung geldiğinde onu selamlamak için kuyruklarını sallayan kediler bir şeyden dolayı korkmuş gözüküyorlardı.
Temkinli adımlarla yavaşça taş yolda ilerlerken, 'Asla böyle olmazdı.' diyen iç sesine susmasını rica etti Wooyoung. Çünkü yaptığı tek şey içindeki gerginliği arttırmaktı ve buna sebep olan şeyi bile bilmediğinden kafası karışmıştı.
Adımlarını hızlandırarak kumaştan evine doğru ilerledi. Ortalıkta şüpheli bir şey gözükmüyordu ama yine de Wooyoung'un kalbi deli gibi atıyordu. Çadırın kapısını açtı ve o sırada gözleri her tarafa dağılmış para keseleriyle karşı karşıya kaldı.
Duraksamıştı, hem nefesi hem de şaşkınlıkla etrafta gezinen gözleri hareket etmeyi bir anlığına durdurmuştu. Etrafın bu kadar dağınık olmasının sebebinin bir sokak hayvanı ya da burada yaşayan herhangi bir insan olmadığını fark ettiğinde çadırın bir köşesine ilişmiş bedeni yeni fark ediyordu.
"İlginç," dedi bedenin sahibi. Siyah saçları yüzünün sağ tarafını örttüğünden gözleri gözükmüyordu yabancının. "Böyle bir sokakta, böylesine yıpranmış bir çadır ve sen bütün paranı korunmasız olan bu yerde bırakıyorsun. Demek ki burasının gizli mekanın olduğuna gerçekten kanmışsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...