Şehir Merkezi, 17.29Sıcakların azaldığı saatlerde ortaya çıkmaya başlayan insan toplulukları gibi, Wooyoung da artık güneş ışıklarının etkisini yitirmeye başladığı akşam vaktinde dışarı çıkmaya başlamıştı.
Neredeyse bütün gününü kumaştan evi olan çadırda sokak kedileriyle birlikte geçirmişti. Yaptığı tek şey yatmak, dünden kalan pirinç toplarını mideye indirmek ve yeni çaldığı şaraptan içmek olduğu için canı deli gibi sıkılıyordu.
Bu yüzden uyanır uyanmaz içinden, 'Akşam olduğunda oraya gitmeliyim...' diye geçirmişti. Uzun zamandır görmediği bir arkadaşını ziyaret etmek istiyordu.
Daha doğrusu koskoca krallıktaki tek arkadaşını...
Bu acı gerçeğe çok da kafa takmıyordu Wooyoung. Çünkü arkadaşı onun için isteyebileceği en değerli destekçisiydi. Yıllardır birbirlerini tanıyorlardı ve Wooyoung bir yıl öncesine kadar onun şehir merkezinde bir dükkan açmasına yardımcı olmuştu.
Serinlik bastırır bastırmaz genç adam çadırından çıktı ve kedilere uslu durmalarını söyleyerek, ki zaten yeteri kadar usluydular, gözlerden uzak alanından uzaklaştı.
Meydana indikçe şehrin o birbirine karışmış seslerini duymaya başlamıştı. Demircilerden çıkan dumanın demir sesine karışması, ekmek sırası bekleyen insanların 'Hadi be kardeşim!' diye bağırışları ve kapısında ziller asılı dükkanların gürültüsü hep Wooyoung'un sevdiği şeylerdi. Bu yüzden rahatsız olmadan büyük bir memnuniyetle yürüyordu.
Bir hırsızdı hırsız olmasına ama saray muhafızlarının şehre neredeyse hiç inmiyor oluşu rahatça elini kolunu sallayarak gezmesini sağlıyordu. Eğer peşine kızdırdığı birkaç insan düşerse de hemen ara sokaklara kaçıp izini kolayca kaybettiriyordu. Neyseki şuan ortalıkta arasının bozuk olduğu insanlar yoktu.
Kalabalığın arasından sıyrıldı ve daha geniş olmasına rağmen tenha bir yola saptı. Dükkan sahipleri at arabalarını genelde bu yolun kenarlarına koyuyorlardı. Wooyoung at arabalarının yanından geçerken birkaç atın yelesini okşadı. 'Sizin özgürce kırlarda koşmanız gerekirdi... Ne yazık.' diye düşünmeden alamadı kendini.
Çok geçmeden kırmızı-mavi tüllerle kaplı, birkaç minik tezgaha ve standa sahip olan dükkana vardığında arkadaşını dışarda görmeyi beklemiyordu.
Wooyoung'u fark eden dükkan sahibi hızla kaşlarını çattı. "Bu ne büyük bir sürpriz. Şeref verdiniz efendim!"
"Hadi ama Yunho. Beni özlediğini ve yolumu gözlediğini bu kadar belli etmene gerek yok~"
"Nasıl da hemen anlıyorsun. Gel buraya!" Yunho kollarını açarak tezgahın arkasından çıktı ve en yakın arkadaşına sımsıkı sarıldı. "Uzun zamandır gelmeyince sana bir şey oldu sandım."
"Olmadı diyemem ama bu biraz uzun bir konu. Benim için zamanın var mı?"
"O nasıl soru? En yakın arkadaşım için birkaç saatimi ayıramayacak değilim. Hadi gel, otur şöyle." dedi Yunho, iki tane tahta tabureyi tezgahların önüne koyup Wooyoung'u oraya doğru itelerken. "Az önce limonata yapmıştım. Bu ılık havada güzel gider. Biraz bekle, geliyorum hemen."
Wooyoung'un limonataya gerek olmadığını söylemesine bile kalmadan Yunho koşturarak kapısı tüllerle kaplı dükkana girmiş ve gözden kaybolmuştu.
Yunho iyi kalpli, oldukça yakışıklı ve eli açık genç bir terziydi. Wooyoung'un yaşlarındaydı. Zengin sayılmazdı fakat kazandığı tüm parayı daha iyi kıyafetler dikebilmek için kaliteli kumaşlara yatırıp deli gibi çalışırdı. Elinin hamaratlığı henüz fark edilmemişti insanlar tarafından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...