Sahil Kenarı, Saat 09.00Denizdeki dalgaların acelesi olmadan, özgürce ve zarifçe dans ettiği sıcak günlerden biriydi bugün. Sabahın erken saatleri olması sebebiyle hafif bir esinti vardı ve öğlene doğru kaynatmaya başlayacak güneşin verdiği sıcaklığı güzelce kesip atarak gönüllere ferahlık veriyordu.
Henüz tam ısınmamış kumlar mis gibi deniz kokuyordu. Mavilikte denizle yarışan gökyüzü pasparlaktı. Dikkatle bakıldığında birkaç bulutun kalp şeklini aldığı görülebilirdi. Sanki doğa ve doğadaki her şey, sırf bugün için fazladan bir uğraş vermiş gibiydi.
Mingi irili ufaklı taşların oluşturduğu yolda dikkatle ilerlemeye çalışırken, küçük prensin düşme olasılığından korkan Yunho da onu kolundan tutuyordu. Neden sabah sabah buraya geldiklerini anlamamıştı genç terzi. Bu yolu da hiç mi ama hiç sevmemişti.
Fakat şanslı hissediyordu çünkü zaten uzun bir zamandır Mingi'yle konuşmak istediği bir konu vardı. Hazır baş başa kalma fırsatları olmuşken düşüncelerini onunla paylaşacaktı.
Dayanamayıp sordu. "Mingi, nereye gidiyoruz? Beni bir yere götürmek istediğini söylemiştin, biliyorum ama belki de geri dönmeliyiz. Daha kahvaltını bile yapmadın. Abilerin duyarsa endişelenecekler."
"Ben hiç öyle düşünmüyorum." dedi Mingi, yüzünü Yunho'ya döndürüp kocaman gülümserken. "İkisi de aşk hayatlarıyla şu sıralar biraz fazla meşgul. Ne yaptığımı umursamayacaklardır~"
"Bu şekilde söylememelisin..." Yunho derin bir iç çekti. Başına gelen onca şeyden sonra Mingi'nin hala enerjik olmasına hayret ediyordu. "Wooyoung bana Prens San'la birlikte yaklaşan tehlikeler için strateji geliştirmekten başka bir şey yapmadığını söyledi. Ayrıca Prens Yeosang ile General Jongho da kılıç antremanı dışında neredeyse hiç birlikte takılmıyormuş gibi gözüküyor."
Gözlerini kısan Mingi, "Sen öyle san. Onların hepsi benden daha fena." dedikten sonra güldü. Fakat o sırada önüne bakmadığı için gülmesi yarıda kesilmiş ve taşa takılan ayağı yüzünden yere kapaklanacakken Yunho'nun kolunu tutması sayesinde düşmekten son anda kurtulmuştu.
Yunho onun ne kadar dikkatsiz olduğunu söyleyip iç çekerken Mingi öncekinden daha çok gülmeye başladı. Sakarlığı sayesinde Yunho'yla yakınlaşabildiğine memnundu.
Bir süre sonra taş yolun sonundaki tahtadan yapılma platforma vardılar. "İşte geldik." dedi Mingi. Yunho'ya bakmış ve onun yüzündeki şaşkınlık ifadesini görünce mutlu olmuştu. "Burası bir zamanlar ailecek kahvaltı ettiğimiz yerlerden biriydi ama bilirsin, annem ortadan yok olduğundan beri kimse kullanmadı burayı. Geleneği tekrardan canlandırmak istedim ama şimdilik sadece sen ve ben olalım diye düşündüm."
Buradaki manzara, sahilin diğer kısımlarından çok daha güzeldi. Tahta zeminin üstünde şirin bir masa ve iki tane de sandalye duruyordu. Mingi'nin Hongjoong'dan özel olarak hazırlaması için yalvarmak zorunda kaldığı kahvaltılıkların hepsi masada yenmeyi bekliyordu. Masanın tam ortasında beyaz güllerden oluşan seramik bir vazo duruyordu. Bu görüntü şüphesiz bir randevuya aitti.
Mingi her şeyin planını bir hafta öncesinden yapmıştı. Zamanla eskimiş ve yosunlaşmış tahta zeminin bakımıyla bile bizzat ilgilenmişti. Yunho'ya söylemek istediği birkaç şey vardı, işte bu yüzden bu kadar emek vermişti.
Söyleyecekleri o kadar önemli ve özeldi ki, mekanın da tıpkı sözleri gibi özel olması gerektiğini düşünerek burayı ayarlamıştı. Bir bakıma Yunho'ya artık onun da aileden biri olduğu mesajını vermek istiyordu. Onu önemsiyordu.
"Umarım sırf benim için bu kadar uğraşmamışsındır." dedi Yunho. Masaya doğru kendisini ittiren Mingi onu pek de dinlemiyormuş gibi gözüktüğünden kaderine razı olup sandalyelerden birine oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...