8 ~ Canavarın Arkasındaki Gerçek

1.4K 216 127
                                    


İkiz Kuleler Zindanları, 12.00

Geniş pencereden içeri yayılan güneş ışıkları gözünü kamaştırırken bir dağın görünmeyen alt tabakası kadar esrarengiz uçurumu izleyen Wooyoung, dehşet ve tedirginlik dolu bakışlarını duyduğu kapı gıcırdamasıyla oradan ayırmak ve olduğu yerde toparlanmak zorunda kaldı.

Gelen kişinin Prens San'dan bir başkası olmayacağını bildiğinden kafasını kaldırıp bakmaya bile tenezzül etmemişti.

Biliyordu çünkü saraydaki tek arkadaşı Seonghwa daha bu sabah kahvaltısını getirirken akşama kadar uğrayamayacağını söylemişti. Zaten San'dan korktuğu için yemek saatleri haricinde uğramaz olmuştu ana hizmetli arkadaşı. Neredeyse hiçbir şeyin olmadığı zindan odası konuşacak biri olmayınca daha da sıkıcılaşıyordu.

Birkaç gün önce, ki o gün bütün prenslerin aynı sofrada yemek yediği güne denk geliyordu, Prens Mingi kaçak hırsızın ziyaretine gelmişti. Vakit akşamı bulduğundan ve hava gittikçe karardığından fazla konuşamamışlardı ama Wooyoung, en küçük prensin San kadar esrarengiz ve zor anlaşılır biri olmadığını anlamış ve rahatlamıştı.

Prens Yeosang da zayıf bedeninden dolayı yüzlerce merdiven basamağının bulunduğu İkiz Kuleler'e gelemeyeceğine göre geriye bir tek sorgulama isteğiyle yanıp tutuşan ve Wooyoung'un kalbinde sakladığı sırları eşelemeye can atan San kalıyordu.

'Anlaşılan zamanı geldi.' diye düşündü Wooyoung. İstese de istemese de sorgulanacağını ve ağzından çıkan en ufak bilginin ortanca prens tarafından kayıt altına alınacağını biliyordu. En sonunda o gün gelmişti.

Neden bilmiyordu ama neredeyse hiçbir korku hissetmeyen bedeni rahatsız edici bir tedirginlikle titriyordu.

"Buralarda bir söz vardır," dedi San, zindan odasının kapısını arkasından ses çıkararak kapatırken. "İkiz Kuleler'in uçurumuna ne kadar çok bakarsan ölüm korkusunun içinde o kadar kaybolursun, diye. Görüyorum ki bu doğru."

Saf altından yapılma tacı güneşin ışıkları altında parıl parıl parlayan Prens San gittikçe Wooyoung'un büzüştüğü kırmızı renkli duvara doğru yaklaşırken, Wooyoung her zamanki alaycı gülümsemelerinden birini takındı. "Ne yazık ki gözleriniz sizi yanıltıyor prensim. Benim içinde kaybolacağım hiçbir korkum yok."

Bu sefer San yanında ne bir muhafız, ne de bir yardımcı getirmişti. Yalnızdı. Sanki gözleri, 'Yalnız oluşuma aldanma, benden korkmalısın.' diyordu. Göz bebeklerinin karanlığı deliciydi. Wooyoung'un bitmek bilmeyen alaycılığından rahatsız olduğu ve saygısızlık kabul ettiği bu davranışın bir an önce son bulmasını istediği belliydi.

San'ın konuşmak yerine sinirle dudaklarını kemirdiğini fark eden Wooyoung, durumu kendisi için daha fazla zorlaştırmayı umursamayarak "İstediğiniz şeyi size vermeyeceğim." dedi. "İşkence yapmaya hemen başlayabilirsiniz. Ama ne kadar canım acırsa acısın, benden tek kelime duyamayacaksınız."

"İşkence mi?" San güldü. Gülüşünde insanı huzursuz eden bir şeyler vardı. Aklına birkaç gün önce Yeosang'ın dile getirdiği soru gelmişti.

'Ona... işkence mi edeceksin?'

Üstünden günler geçmesine rağmen abisinin yüzüne yansıyan o korkuyu ve acıma duygusunu detayına kadar hatırlıyordu. Zaten beyaz olan yüzünün daha çok beyazlayışını, kanı çekilmişçesine soluk pembe dudaklarının rengini kaybedişini ve diğer her şey gözlerinin önüne geliyordu.

Abisi Yeosang'ın tıpkı saraydaki hizmetliler ve bütün Choi Krallığı'ndaki insanlar gibi kendisinden korktuğunu ve çekindiğini anlamak zor değildi.

Kingdom Diary // WooSanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin