Saray Ahırı, Saat 16.00Atların kişnemelerinin ve yere vurdukları toynaklarından çıkan seslerinin arasında havalanan toz bulutlarıyla kaplı ahırın çevresinde, tıpkı sarayda da olduğu gibi, bir koşuşturmaca başlamıştı.
Choi ve Min soyundan gelenler arasında yakın bir zamanda başlaması öngörülen savaşın hazırlık aşamaları devam ediyordu. Mücadele esnasında büyük bir fark yaratmaları muhtemel olduğu için atların bakımına bir göz atmaya gelmişti şimdiki Kral San.
Konumundan dolayı Choi Krallığı bunaltıcı bir sıcaklığa ev sahipliği yapsa da, sahip olduğu ovaları ve vadileri sayesinde burada güçlü ve hızlı atlar yetişebiliyordu. "Güzel, hepsi sağlıklı görünüyor." dedi San, atları tek tek kendisine gösteren hizmetliye onaylar bir bakış atarak.
Wooyoung da onunla gelmişti çünkü her ne kadar inkar etmek istese de yapacak daha iyi bir şeyi yoktu. San'ın yanına doğru hafifçe eğilip, "Evet ama savaş sonrası halleri nasıl olur, bilemeyiz." dedi. "Onlar için üzülüyorum. Umarım yaralanmazlar."
"Yaralanırlarsa ölmek zorunda kalacaklar. En kötüsü için kendimi hazırladım, bir atı düşünecek değilim." Ortanca prens, sıcak havayla karışan ahır kokusu yüzünden sözü biter bitmez kendini dışarı attı. Aslında o da hoşlanmıyordu en ufak bir canlının bile ölme ihtimalinden.
Ne de olsa burası onun ülkesi, onun memleketiydi. Sevse de sevmese de, bu topraklarda yaşayan her insan onun bir parçasıydı. Akan sular, dağlar, hatta ve hatta İkiz Kuleler'in arkasındaki o ölüm uçurumu bile onundu.
Başı sıkışınca yaşadığı yerin güzelliklerini ve ne kadar şanslı olduğunu fark etme fırsatı olmuştu. Choi Krallığı'nı korumalıydı, ne pahasına olursa olsun...
Yapmayı sevdiği gibi San'ın çok nadir değişen yüzünü inceleyen Wooyoung, onun düşüncelerini az çok okuyabildiği için bir nebze yardım edebilmek amacıyla günlerdir ortanca prensin yanında takılıyordu. Şimdi de yardım etmesi gereken bir zamanın geldiğini anlayıp elini San'ın omzuna koydu ve sıktı. Bu her şey iyi olacak demenin bir yoluydu.
Omzunda hissettiği elle bir süredir tuttuğu nefesini bıraktı San. Gerginliği vücuduna da yansımıştı, bedeni resmen kaskatıydı. Wooyoung'un bunu fark ederek yanında kaldığını biliyor ve ona içten bir minnettarlık duyuyordu. Fakat bu şekilde yerinde sayamazdı.
"Gidip depoyu kontrol etmeliyim. İstersen sen burada kalabilirsin. Gittiğim her yerde peşime takılmana gerek yok Wooyoung."
"Sabahtan beri her şeyi kontrol edip durdun zaten. Biraz soluklanıp dinlenemez misin? Seonghwa'nın her yeri bininci kez kontrol etme deliliğini geçeceksin diye korkuyorum." dedi Wooyoung gülerek. Şakayla karışık söylemişti ama gerçekten de San'ın artık durması gerektiğini düşünüyordu.
San ciddi bir yüz ifadesiyle kafasını sağa sola salladı. "Dinlenmek için zamanım yok. Yunho çoktan yola çıkmış olmalı ve diğerleri de Choi Krallığı için elinden geleni yapıyor. Kral olarak ben ise herkesin iki katını yapmalıyım, bu benim sorumluluğum."
"Hayır, eğer her şeyi sırtlanmanın bir sorumluluk olduğunu düşünüyorsan oldukça yanılıyorsun." Wooyoung sözü biter bitmez San'ın elini tuttu ve onun konuşmasına bile fırsat vermeden yürümeye başladı. Bir yandan da gülerek konuşuyordu. "Savaş mevzusunu düşünmek içimi kararttı. Hadi biraz eğlenelim prensim. Karşı çıkmanı kabul etmiyorum!"
"Wooyoung, bekle..." Kim ne derse desin, Wooyoung'un durma gibi bir düşüncesi yoktu. Hem kendisi sıkılıyordu, hem de San'ın rahatlaması gerektiğini düşünüyordu. Biraz eğlenmenin sıkıntı çıkarmayacağından emindi, San'ın aksine tabii.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfic11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...