Prens San'ın Odası, Saat 12.00Dün balo salonunda yaşanan kıyametin izlerini yeni yeni üstünden atan saray ve halk için hak ettikleri dinlenme izni saatler öncesinde saray muhafızları tarafından herkese duyurulmuş, ülkece bugünün tatil edilmesine karar verilmişti.
Halledilmesi gereken birçok iş ve yerine konulması gereken yapboz parçaları olsa da önce dinlenmek ve kafa dinlemek şüphesiz ki gerekliydi. Son birkaç aydır çok fazla şey yaşanmıştı, yaşananlar boğucuydu.
Az kalsın öleceği gerçeğini hala atlatamamış olan Prens Mingi gülümseyen yüzüyle ne kadar iyi olduğuna dair yalanlar söylerse söylesin, dört gözle beklediği doğum günü partisinde yaşananlar kanını dondurmuştu. Eğer yanında elini tutup ona her kötü şeyin geçeceğini söyleyen Yunho olmasaydı daha da berbat hissedebilirdi.
İki kardeşinin de güvende olduğunu gördükten sonra, güçlü durmak adına o zamana dek tutmayı başardığı gözyaşlarını elinin tersiyle silmeye çalışan Yeosang da oldukça hırpalanmıştı. Ona en iyi gelebilecek şey General Jongho'nun yanında olmasıydı ancak. Bu yüzden sabahın erken saatlerinde, her ne kadar güç gerektiren şeyleri sevmese de, hoşlandığı adamla kılıç antremanı yapmak için avluya inmişti.
Hongjoong sarhoş olduğundan dolayı sabah olur olmaz dün akşam gördüklerinin hepsini unutmuştu. Saraydaki sessizliğin nedenini Seonghwa'ya sorduğunda ondan doğru dürüst bir cevap alamamış, ardından omuz silkip uyumaya geri dönmüştü. Hatırlamadığı bir şeyi hatırlamak için uğraşmaya gerek duymuyordu.
Seonghwa da her ne kadar korkanlardan olsa da hem Hongjoong'u endişelendirmemek hem de kötü anıların konusunu yeniden açmamak için kendini hep yaptığı gibi temizliğe vermişti. İzin gününde bile bir karınca gibi çalışıyor, günlük rutinini tekrarlamak ona iyi geliyordu.
Herkesin durumunu tek tek gözden geçirme zorunluluğunun verdiği baş ağrısıyla alnını kırıştıran San'ın sabahtan beri aynaya bakacak kadar bile zamanı olmamıştı. Baş belası parti akşamından sonra herkes için bugünü tatil ilan etse de geçici kral olarak kendisinin boş durma gibi bir lüksü yoktu.
Henüz zindanlara attırdığı yaşlı adam ve çetesiyle konuşamamıştı bile. Güne başlar başlamaz çıkan yangından hasar almış kişilerin sorunlarıyla ilgilenmiş ve etraftaki işlere yardımcı olsunlar diye birkaç muhafızı görevlere atamıştı. Bütün bu işlere tek başına koşturdukça Kral babasının onca yıl neler çektiğini daha iyi anlamış, ona birkez daha hayranlık duymadan edememişti.
Sabahı yoğun geçirdiği için bir nebze olsun dinlenebilme umuduyla odasına ilerledi. Başka birinin ondan önce odaya geldiğini bilmiyordu tabii.
Kapıyı açar açmaz ılık bir su buharı yüzünün önünden geçti. İçinden 'Bu da neyin nesi?' derken odanın kenarındaki ahşap küvetin sıcak suyla doldurulduğunu ve banyo malzemelerinin etrafa dağıldığını gördü.
"Tüh be! Biraz daha geç gelseydin keşke." Odanın öbür ucundan fırlayan Wooyoung kollarını ve paçalarını sıvamış bir halde sırıtıyordu. "Henüz suyun sıcaklığını tam olarak ayarlayamamıştım. Bu arada, papatya mı tercih edersin yoksa nergis mi? Bahçe deposunda harika şeyler buldum."
Wooyoung'un sorusu ortanca prens tarafından yok sayılmıştı. "Burada neler döndüğünü açıklaman için bir dakikan var."
Umursamaz bakışlar atıp bir elini beline koyan Wooyoung, "Seni mutlu etmek anlaşılan imkansız." diye söylenerek San'ın yanına geldi ve ondan izin bile almadan beyaz gömleğinin düğmelerini açmaya başladı.
Bu ani hareket karşısında şaşırıp bir süre herhangi bir tepki veremeyen San utançla kendini geri çekmiş, gömleğinin önünü beceriksizce kapatmaya uğraşmıştı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Woo?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Diary // WooSan
Fanfiction11. Choi kralının sefere çıkmak üzere ülkesinden ayrılmasının ardından taht, sınırlı bir süreliğine en acımasız prense yani San'a bırakılmıştı. Wooyoung ise ekmeğinin peşinde koşan sıradan bir köylüydü ve kim Kral kim değil, önemsemiyordu. Not : Bu...