11. Bölüm 'İltisak...'

23.2K 1.3K 994
                                    


Bölüm şarkısı: Kubat - Halkalı Şeker.
(İnstagramdan duyup şarkıya saranlar buraya bir şeker emojisi atar mı? 😂)

İltisak 'kavuşmak, birleşmek' manasına geliyormuş ve dilimize Arapçadan geçmiş. Tatlı bir okuyucu kızımın önerisi ile bölüme isim oldu, bence çok da güzel oldu. 💜
Keyifli okumalar civcivleeer! 🐣

Not: Bir dahaki bölüm iki çift de tam olarak kaldıkları yerden devam edecekler inşAllah. 🌝



Alparslan oturduğu sandalyede bitkinlikle arkasına yaslandı. Dakikalardır elinde çevirip durduğu telefon ile; son zamanlarda sürekli olduğu gibi aynı kişiyi düşünüyor, aynı kişiye öfkeleniyor ve yine aynı kişiyi deliler gibi seviyordu...
Onun imtihanı da buydu işte.
Bu yüzden İstanbul'da bıraktığı kızın telefonlarına çıkmak, gerek olmadıkça görüşmek istemiyordu.
Canını yakıyordu yar dediği.
Sevda acısı yeterince ağır değilmiş gibi, bir de nefret yükünü yüklüyordu göğsüne.
Öyleydi, nefret ediyordu ondan Yade.

Kabullenmiş bir tebessüm oturdu dudaklarına. Bir beklentisi yoktu, ettiği ve işittiği onca laftan sonra imkansızdı onların ki. Hoş, o laflar olmasaydı bile badem gözlerin sahibi onu yalnızca ağabey olarak görüyordu. Ne ötesi vardı, ne ilerisi...

Ara ara yüreğini saran pişmanlık tekrar baş gösterdiğinde, hızla doğruldu. O çukura bir kez düşünce, bir daha gün yüzüne çıkması çok meşakkatli ve kahredici oluyordu.
Hislerini itiraf ettiği için bastıran bir pişmanlıktı bu. Neden yaptın diyordu kafasına vura vura. En azından eskisi gibi konuşabileceği bir ilişkileri kalsaydı geride. Şimdi birbirlerini tersleyip, öfkelendirmekten ileriye gidemiyorlardı...

Ne kadar pişmanlıktan kıvransa da; şunu da kabul ediyordu genç adam. Er ya da geç yaşanacaktı bunlar. O hep bir şekilde reddedilmenin yakıcı ızdırabını tadacaktı. Öyle keskin bir acıydı ki bu, sık sık neden yaşamaya devam ettiğini dahi sorgulatıyordu.
Gerçi onunkisine yaşamak denir miydi ki?
İş yeri ve boş vakitlerinde gittiği uçurum kenarı arasında geçiyordu günleri. Arabada sızıp kalmadığı günlerde de eve gidip yatağında birkaç saat uyuyordu işte.

Yüreğini saran parmaklar tutuşunu sertleştirince kalktı yerinden. Bir sigara molası verme vakti gelmişti belki de.
Hızlıca çıkışa yönlendirdi adımlarını. Yade'nin onda bıraktığı izlerden biri de bu meretti, neredeyse günde iki paket bitiriyordu. Ama yetmiyordu, şu Allah'ın cezası sızıyı geçirmiyordu.

Anne babası da üzerine sinen baskın kokudan anlamışlardı sigaraya başladığını. Bırakması için yalvarıyorlardı fakat nafileydi, onunkisi ölüme yaklaşma arzusuydu. Bu diyardan birkaç sene erken göçse hiç fena olmazdı.
Nasılsa hissettiği yangın her şekilde sonu olacaktı onun. Büyük bir dirayetle yayılıyordu bedenine ve yavaş yavaş öldürüyordu.
Al işte...
Yolun sonu hep ölüme çıkıyordu, şimdi şu elindekini neden bırakacaktı?

Ateşlediği zehri dudaklarının arasına aldı. Bir nefes çekti ciğerlerine. Bile isteye öldürüyordu kendisini.
Art ardına çektiği dumanlarla olduğu yerde dikilirken; telefonunu çıkardı cebinden. Fatih'in ismini tıkladıktan sonra kulağına götürdü. Birkaç çalıştan sonra açılmıştı her zamanki gibi.

"Oo, sen bizi arar mıydın ya?"

Arkadaşının alışkın olduğu alaylı sesini duyduğunda bıkkın bir nefes daha aldı sigarasından. Sonra hiç uzatmadan direkt sordu soracağını.

"Yade'ye ne dedin Fatih?"

Karşısındaki adam bu ani girişle duraksasa da, bozuntuya vermedi.

HİRÂSETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin