31.Şeytan ile Anlaşma: Sadece 💯 Gün

7.7K 1K 143
                                    

      "Sadece...68...Gün..."
 
     "Komik değil mi? Ölmek için yaşıyorsun..."

    
       Ensemden omuriliğime doğru inen garip bir sancı oradan belime doğru yöneliyor, bir cımbız damarlarımı itinayla çekip beni huzursuz ediyordu sanki.

      Ağlamaklı  bir ses çıkarttığım sıra birinin eli alnımda gezinince gözlerimi hızlıca açmıştım ki , bir anda açmamın getirisi ile, gözlerim kamaştı. Gözlerimi sımsıkı yumup yüzümü buruşturdum. Bu nasıl bir güneş ışığıydı böyle?

    Kurumuş boğazım yüzünden zar zor yutkunurken gözlerimi hafifçe açmaya çalışıyor, kimin elinin saçlarımı geriye ittiğini görmek istiyordum. Yiğit beni bulmuş olabilir miydi?

     Gözlerimi açtığımda bana bakan ormandaki adam ile kaşlarım havaya kalktı.

    "Are u ok?" (İyi misin?) dedi garip bir aksan ile. Başımı aşağı yukarı salladığımda hafifçe gülümsemiş ve kenarda duran bir tepsiyi kucağına almıştı. "Ohm..." Sanırım ingilizcesi benimki gibi biraz sıkıntılıydı. Bu yüzden konuşmadan önce kafasında kuruyor ve düşünüyordu.  "Do you want something to eat?" (Bir şeyler yemek ister misin?) dedikten hemen sonra tepsiyi sıkıca tutup yatağın yan tarafındaki yastığı aldı ve kucağıma koydu. Tepsiyi de üzerine koyduğunda kaşlarımı kaldırırak tepsiye baktım.

     Garip, çirkin bir kaşık ve çatal vardı. Pirinç ve etli sebze yemeği... Biraz acı kokuyordu ama iştahımı da açmıştı.

     "Thank you..."

      Kendimi ya da yemeği hiçbir şekilde sorgulamadan kaşığı elime aldım ve pilav daldırdım. Ağzıma aç bitap düşmüş bedenimi güçlendirmek adına büyük bir lokma attığımda bana memnun bir ifadeyle bakmıştı. Yemeği yadırgamamam ya da yüz çevirmememden dolayı mutlu olmuş bir hâli vardı.

     "I don't know, how can I say but..?" (Bilmiyorum, nasıl söyleyebilirim ama?) dediğinde ellerini ovuşturup siyah düz saçlarını geriye attı. Gerçekten bendeki bu şans kimsede yoktu sanırım. Şansızlığın şanslılığı.

     Evdeki erkekler çok yakışıklı değillerdi ama asker oldukları için aşırı derecede karizmatiklerdi. Bu adam ise kız güzeliydi sanki. Ne bileyim? Yüzü düzgün, gözleri hafifçe çekik, dişleri bembeyaz... Bir de inci gibi sıraya dizilmiş.
Ben ise diş teli takmak zorunda kalmış, altı ayda bir de doktora gitmiştim. Bazıları doğuştan şanslıydı...

      "I already know you." ( Seni zaten tanıyorum.) dediğinde tek kaşım havaya kalktı. Ağzımdaki pirinç pilavını zorla yutarken heyecanla yüzüne baktım.

    "Really?" (Gerçekten?)

    Mutluluktan gözlerim dolarken başını heyecanla aşağı yukarı salladı.

     "Yes! You must be Mina!" ( Evet! Sen Mina olmalısın!) diyerek güldüğünde dişleri gözümü kamaştırdığı için gözlerimi kıstım. Ne yiyordu da bunlar böyle beyaz oluyordu cidden? "I love you so much! I absolutely your fan." (Seni çok seviyorum! Kesinlikle senin hayranınım!) dediğinde kaşığı yemek tepesisine koyup ellerini tuttum.

    "Yes! I love you to!" diyerek çığlık attığımda ellerini tutmama şaşırıp güldü. Yakışıklı bir hayranım var! Endonezya'da hem de!

    "Eat more Please..." ( Daha fazla ye lütfen...) ellerini gülerek bıraktım ve tepsideki yemeğimi yemeye devam ettim. Ben yerken o gülümseyerek beni izliyor, mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

    Ben de en az onun kadar mutluydum. Takii bacağımı hareket ettirmek isteyene kadar. Kıpırdattığım bacağımın acısıyla yüzüm buruştu, bir an acı bedenime ağır geldi.

Şeytan İle Anlaşma Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin