'Birini ne kadar çok seversen o kadar çok nefret edersin bayım.'
ULAŞ ÇAKIRCI
Birini ne kadar çok seversen o kadar nefret edermişsin derlerdi de inanmazdım. Çünkü aşkın varlığını bile bilmiyordum insanların birbirlerine duydukları o duyguyu hiç tatmamıştım. Ta ki onunla tanışana kadar.
Ona ederinden çok değer vermiştim. Bu da ona ağır gelmişti. Verdiğim değerin aşk olduğunu anladığımda bağlandığım o ipleri kendi elleriyle koparmıştı. On ay boyunca yüreğimin ağrısından nefes alamamış can çekişen bedenime bir umut bağlamaya çalışmıştım. Ama başaramamıştım. O evde on ay boyunca kapının çalmasını beklemiştim ama ne o kapı çalmıştı ne de o ses yeniden kulaklarıma dolmuştu. Demiştim ya birini ne kadar seversen o kadar nefret edersin diye işte ben o on ay boyunca ona olan nefretimle savaşmıştım ve sonunda yenik düşmüştüm.
Onun her zerresinden nefret ediyordum. Karşımda can verse eğilip bir bardak su vermezdim o kadar nefret doluydum ona karşı. Kalbimi emanet ettiğim kadın onu kendi elleriyle sıkıp tuzla buz etmişti. Bir kalbim olduğunu hissetmiyordum artık.
Elimdeki tablette çizilmiş olan binanın incelemesini yaparken fren sesleriyle sağa sola savrulmuş elimdeki tableti yere düşürmüştüm. İçinde bulunduğum araç sonunda hakimiyetini sağlamış ve durmuştu.
"Ne oluyor lan!" dedim başımı tutarak. Dazla sarsıldığım için başım dönmüştü. Şoför dikiz aynasından endişeyle bana bakıyordu.
"İyi misiniz efendim?"
"İyi gibi mi görünüyorum!" dedim öfkeyle soluyarak. Aracın başka bir araçla sürtündüğünü hissetmiştim.
"Çok özür dilerim ben aceleniz olduğu için hızlı kullanıyordum ışıkları-"
"Tamam kes! Git kime çarptıysan gereken ödemeyi yapacağınu söyle!"
Başını sallayıp araçtan aceleyle inince yere düşen tableti alıp kapanan ekranı açmaya çalıştım. Ekrand beliren şarj uyarısı beni daha da sinirlendirmişti.
"Yapacağınız işi sikeyim!" diyerek tableti yanıma attım. Bu aralar adamlarımı fazla boşlamıştım. Bunu fırsat bilerek mi yapıyorlardı bilmiyordum ama iyi bir ders vermem gerekiyordu.
Ceketimin iç cebindeki sızlayan telefonumu çıkartıp arayan kişiye baktım. Bade arıyordu ve konuşmak istediğim son kişi oydu. Ama dün Selim ateşlenmişti ve sabaha kadar hastanede onun başındaydık. Onunla ilgili bir haber verebilirdi.
"Efendim Bade?" dedim ciddi bir sesle.
"Hayatım Selim çok iyi babam diyip duruyor bir sesini duysun."
On ayın sonunda kendime geldiğimde yeni bir sayfa açmak istemiştim. Fakat Selim annesinin olmadığını fark ettiğinden beri durmadan ağlıyordu. Bade'yi yeniden eve almıştım ve o günlerde düştüğüm büyük boşluktan çıkmama en çok o yardımcı olmuştu. Son bir kaç aydır aramızda ufak tefek şeyler olmuştu. Bu onu aşk sanıyordu bende ona karşı bir hoşlantı hissediyordum. Ama fazlası değildi sadece hoşlantıydı.
"Ver bakalım." dedim.
"Al annecim." dedikten sonra bir kaç hışırdama sesleriyle birlikte pamul gibi olmamı sağlayan o ses kulaklarıma doldu.
"Baba..."
Selim bir buçuk yaşındaydı ve anne baba demekten başka bir söze dili dönmüyordu.
"Babacım nasılsın?"
Bir kaç gülüş sesleriyle birlikte yeniden hışırdama olmuştu.
"Baba..." dedi yeniden. Yüzümde istemsizce oluşan o gülümsemeyle başımı geriye attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PANZEHİR
Ficção AdolescenteTesadüflerin oyuncağı olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? ~Sabahattin Ali~ ~02.02.2021~