Kaç gün geçti, kaç ay oldu İzmir'i yurt bileli hiç bilemedim. Arkamı dönüp geldiğim günde de kaldım. Hiç bir zaman geçmişin karabasan olup üzerime oturmasından kurtulabilen biri değildim. Geleceğe umutla bakmak ürkütücüydü ama geçmişim ondan da korkunçtu. Yeni yeni anlıyordum, benim bir kurtuluşum vardı ama korkaklığım yüzünden onu da bile istiye kaybetmiştim. Şimdi ne haldeydi, ne yapıyordu? Benim aklımda bir mıh gibi çakılı kaldığını bilir miydi acaba? Yüreğimin sadece onu düşündüğünü, kederle onun için attığını...
Olabildiğince onu düşünmemeye çalışarak işimi yapmaya çalışıyordum. Bu konuda pek başarılı olamasam da çabalıyordum Fuat'ı unutmak için. Unuttun mu peki deseniz, o benim aptal yüreğimin mührüydü. Ne söküp atabildim ne de unutabildim.
Günlerden salıydı. Müşterinin siparişini aldım. Tezgaha yöneldim. Kötü bir kabus olmasını ne çok isterdim. Siparişleri falan unuttum. Tek ilgilendiğim tezgahın üzerinde duran düğün davetiyesiydi. Ellerim titreyerek aldım elime gözlerim yaşlarla dolarak okudum üzerindeki yazıları.
"Füsun & Fuat
Bu mutlu günümüzde tüm dostlarımızı yanımızda görmekten mutluluk duyarız"
Zelzele olsa bu etkiyi yaşamazdı vücudum. Tezgahın dibine çöktüm kimseyi umursamadan içim dışıma çıkana kadar ağladım. Ahmakça beni beklemesini unut eden yüreğime kızdım. Avuçlarım arasında buruşan kağıt parçasına baktım. Davetiyenin kırışıklıklarını düzeltip tekrar tekrar okudum. Tarihine kadar. Evlenmişti hem de dün. Neriman Abla'nın apar topar İstanbul'a gitme nedenini de anlıyordum. Düğüne gittiğini dememişti ama şuan her şey gün gibi ortadaydı. Onun için deli gibi atan yüreğimi soktüler sanki. Sonsuza kadar kaybettiğime mi yandım, evlenmiş olduğuna mı bilemedim. Beni seviyordu, yanlız benimle evlenmeliydi! Sevdasına inandığım için bir gün beni bulacağına öylesine emindim ki o da benim gibi kolay olanı seçmişti.
Çalışma arkadaşlarım başıma toplandı. Yakınlarda boş bir sandalyeye oturttular. Kimi su ikram etti kimi kolonya koklatı. Müşteriler de huzursuzluk içindeydi. Biraz kendime gelince Leman koluma girdi lokantanın arka tarafına çıkardı. Sordu durdu iyi olup olmadığımı, neden ağladığımı. Anlatamadım. Bu yüreğimin yangını bir tek bana aitti kimsenin bilmesini istemedim.
"Adile iyi değilsin. İbo yardım etsin evine kadar. Bu günlük biz seni idare ederiz. Neriman abla da zaten bugün yarın dönecek. Toparlan öyle işinin başına geçersin dedi. Nasıl minnet ettim. Kadir, Elmas, Leman, Birgül ve İbo hiç biri sorun edecek insanlar değildi. Dayanışmayı öğretmişti Neriman Abla onlara, zor günde destek olmayı...
Yürümeye dâhi mecalim kalmamıştı. İbo Melike'yi aldı kucağına. Hala ağlıyordum. Zavallı çocuk, endişeyle neden ağladığımı soruyordu. Anlatamazdım ki beni sevdiğini zannettiğim adam gitti başkasıyla evlendi diye. Ah tüm suç benimdi! Kendi ellerimle Füsun Hanım'a sunmuştum Fuat'ı. Bu kadar yüreğimin yakacağını bilseydim Fuat'ı reddeder miydim? Canımın bu denli acıyacağını bilseydim yapar mıydım bu zamimliği kendime?
Zavallı Melike'm her şeyden bir haber etrafına gülücükler saçıyordu. Annesinin ise yüreği kan ağlıyordu. İbo, Eve kadar geldi. Melike'yi kanepeye oturtturdu. Son bir kez daha iyi olup olmadığımı sordu. "İyiyim, " dedim. Değildim ki...
"Aman abla sen böyle kendini salıp ağlarken, çocuk düşer müşer ne bileyim iner kanepeden sürüne sürüne çıkar gider fark etmezsin. Hiç bir şey aha bu yavrucaktan öte değil. Topla bir kedini bu ne yav... Bak benim annem evi terk ettiğinde, beni bırakıp gitti deyin ağlayıp durmuştum. Ne oldu elin herifine avrat oldu, oldu da sanki babam dert etti. O da gitti başkasına kıydı nikahı. Bir ben üzüldüm, yandım. Ama baktım ki kimse için üzülmeye değmiyor, dedim oğlum İbo boşver hayatına bak. Senin önemseyip dert edeceğin iki şey var. Biri kendi canın diğeri de bu çocuk. Şimdi ben gidiyorum, sen de yüzünü mü yıkarsın kendine mi gelirsin bilmem, bir toparlan"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Tiểu Thuyết Chung"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...