Yüreğinizde ufacık bir korku düşmüşse, o kocaman bir kara delik olur. Rüzgar esse cama, ürker insanın körpecik yüreği...
Bende de durum bundan farksız değildi. Annemden kaçmıştım dayak yememek için ama bu kaçışın bir sonu yoktu. Ağzımızın içine zehir düşmüştü bir kere, ne annem eski annem olabilirdi, ne de ben eski ben. İşi arsızlığa mı aldım nedir, artık eskisi gibi kendimi de suçlamayı bıraktım tuhaf bir şekilde. Olan oldu olmasına da bundan sonrası mühimdi.Bir şeyler eksik gibiydi, hissediyordum. Her şeyi planlamış ve gerçekleştirmiş olsak da vardı eksik bir şeyler. Hem her istediğimiz kusursuz bir şekilde gerçek olur muydu? Duran soysuzu köyde bir adım ötenizdeyken korkum dağ gibi büyümekte haksız mıydı?
Bir yandan tırnaklarımı sıkıntıdan kemirirken bir yandan da düşünüyordum. Ama şunu farkettim ki; düşünmek beni çok fena açıktırıyordu. Karnından gurul gurul sesler gelirken uzandım yufka destesinden bir parça kuru yufka kırdım. Kıtır kıtır yemeye koydum. Ne hallere düşmüştüm ben Yarabbi! Kuru ekmeği beğenmeyip yemeyen ben şimdi açlığımı bastırsın diye kıtır kıtır kuru yufka yiyordum.
Annemin söylenmeleri içeri odadan bana kadar uzanıyordu. Haklıydı kadın! Sonra kapkacak sesleri de duyar oldum. Sofrayı topluyordu belli. Uzandım minderlerin üzerine dertop. Yufka açlığımı bastırmsmıştı, aksine daha da acıktığımı hisseder olmuştum. İşte o anda kapı sert bir şekilde açılmaya çalışıldı. Korkuyla toplandım yattığım yerden. Sürgülüydü kapı arkadan.
"Aç töremeyisice aç gapıyı! "
"Ana?"
"Aç gız dellendirme beni!"
Korka korka kapıya yöneldim. İki ara bir deredeydim. Açsam dayak yermiyim, yine bir şeyler soracak diyeydi korkum. Ama açmasam da daha kötü olurdu benim için. Açtım bin bir türlü korkuyla.
Şaşkındım! Annem elinde bakır tepsi ile yemek getirmiş. Yüzüme baktı ters ters. Öfkeyle uzattı tepsiyi." İki canlısın, ye bunları. Garnındaki sabinin vebalini almah istemem"
Bu da bir şeydi. Beni düşünmese bile doğacak torununu düşünüyor olması dünyalara bedel oldu benim için. Usulca aldım tepsiyi elinden annemin. Suçlulukla tekrar mindere bağdaş kurup oturdum. Annem de peşimden geldi. Bir minder alıp tam karşıma oturdu. Konuşmadı, öylece oturdu seyretti beni. Her yediğim lokma boğazıma dizildi. Açım, içim sıyrılıyordu açlıktan ama annem gözlerini dikmiş bana bakarken geçmedi o lokmalar boğazımdan.
"Neyi gınarsan bu gara dünyada başına gelirmiş!"
Kaldırdım başımı baktım annemin yüzüne. Bakmıyordu bana, bakışları kucağındaki ellerindeydi. Yazık değil miydi bu kadına? Yazıktı yazık olmasına ama düşmüştüm bir ateşe, peşimden de onu da sürükleyerek...
"Topal'ın bir oğlu vardı, böyük sen bilmen... Ne oğlandı emme. Yiğit mi yiğit, babayiğit mi babayiğit. Pek gözel sıfatı vardı. Bahan bir daha bahmah isterdi o sıfata. Omuzları genişçe, kaytan bıyıklarını özenle burardı. Her şeyiynen eyce oğlandı. Benim de gönlüm düştü, köyün diğer genç kızları gibim, emme utanma vardı bizde, edep vardı, ar vardı. Gizli gizli, uzaktan uzaktan severdim bu oğlanı. Köyde seveni de az değil. Gencin ganı deli ahar derler ya daha beter... Eskiden yazın sıcak olduğu için buralar dam üstünde serilirdi yataklar, Haco'nun küçücük gızı anadan üryan soyun goynuna gir oğlanın yatağına... Dönüp bakmamış gızın orasına burasına, mertlik var serde... Neyse tüm köy duydu bu olanı, Allah var oğlan gızın adı çıkmasın deyin çoh uğraşmış emme ev ahalisi yaygarayı goparmış. Gızını Topal, alelacele dedesi yaşında bir adama verdi de olay gapandı. Ne oldu? Olan körpecik genç gıza oldu. O köpeğin dengi miydi o körpecik beden de seksen yaşında on sekizlik gızı avrat etti gendine.
Bende sevdim Adile, emme edebimle... Sonra bohçasını alıp gapısına oturanlar da oldu emme oğlanın babası hepiciğini gerisin geri gönderdi, binbir rezilliklerle. Bugün benim gapıma oturan yarın başkasının gapısına oturur eksik etekler sizi deyin govmuş o gızları. Her şeyin usulü adabı gözeldir Adile. Sevmişsin eyi tamam anlarım ben seni de ne demeye girdin elin oğlunun goynuna? Ah Adile ah ki ne ah... Babanın gemileri sızım sızım sızlıyodur mezerinde şimcik! Ne garametli başım var ki Rabb'im beni seninle sınıyo. Heç mi gorhmuyon bu adam bana nikah gıymazsa deyin... Oğlanı geç, anası var babası var. Alacahlar mı seni evlerine gelin deyin?
Ben olsam huylanırım bu işten, dünür geldiler gerisin geri yolladım. Haber saldılar gabul etmedim, şimcik guyruğumu ardıma sıkıştırıp gelin anam, bacım bunlar bir halt yemiş temizleyek mi deyim? Aha bana gızından bir hayır gelmez, bugün benim oğlumun, yarın başkasının goynuna girer derse el adamı neyleyim ben Adile? Hangi daşlara başımı vurayım ben Adile de bana?"
Hiç birşey diyemedim. Konuşacak yüz kalmamıştı anneme karşılık. Burası köydü, bu köy haricinde bir ilçeye kadar gitmiştim, orada da durum aynıydı. Affetmezdi bizim insanımız. Alna o çamur sürüldüyse daha ebedi billah silinmezdi. Ben sustum anam sustu. Birbirimize yedi kat el olmuştuk sanki. Anneme hiç bir şeyin garantisini veremiyordum. İsmet'e inanıyordum ama aile konusunda annem haklıydı. Anası babası beni gelin olarak almak istemeyebilirlerdi.
"Dua et de oğlan anasının babasının ahlına girsin de alsınlar seni. Yohsam bu köy barındırmaz seni. Sığamazsın heç bir yere. Adın çıkar dokuza, inmez olur sekize. Acımazlar gençliğine toyluğuna. Orosbuysan orosbusundur gözlerde."
Aşağı köydeki Kiraz aklıma geldi bir anda. Düğünlere gittikçe görürdük. Çok güzel bir kızdı. Su gibi. Komşusu ırzına geçmişti de korkusundan kimseye anlatamamış garibim. Sonra gebe kalınca duyuldu tabi. Kapılarında köpekler eksik olmadı. Bir gece evleri basılmış almışlar güzeller güzeli Kiraz'ı dağa kaldırmışlar. En çok bebesine üzüldüydüm, düştü. Sonra Kiraz aklını oynattı. Ne güzelliği kaldı ne adı.
Midem kasıldı bir anda. Pencereye zor koştum. Yediğim iki lokma bir şeycikti, onları da çıkarttım. Olmamalıydı sonum Kiraz gibi. Bu yörede yaşıyorsam bilmeliydim kadın olmanın zorluğunu. Bilmeliydim ilk taşı kadına attıklarını. Yaşananların hiç biri bana örnek olmamıştı. Bundan sonra tek kurtuluş duaya kalmıştı.
Kapının gıcırtıyla örtülme sesi doldu kulaklarıma, çıkıp gitmişti annem. Doğruları söyledi diye gönül koyamazdım anneme. O aklı kıt dedikleri annem hayatımın dersini on dakikada vermiş gitmişti. Ah dövmesi, dövmesi neydi ki, beni öldürmeliydi. Etlerimi lime etmeliydi, ovanın dört bir yanına savurmalıydı. Ama annem azıcık dövmekle yetinmiş, kendini kahretmişti. Namus davası için ölenler vardı, öldürülenler...
Tüylerim diken diken oldu. Acaba babam yaşasaydı sessiz sakince kapanır mıydı bu konu? Ya ağabeylerim? Namus namus deyip yerler miydiler başımı? Ah ah bu durumda şükretmelimiydim babam yok başımda, karışan ağabeylerim yok diye? Kim bilir onlar olsalardı başımızda belki de bunların hiç birini yaşamazdım. Sevmediğim, tanımadığım bir adam çıkar gelirdi kapınıza, verirlerdi al duvağımla, kırmızı kuşağımla el oğluna.
Baykuş öttü gündüz gözü damın başında. Annem otursaydı yanımda, derdi uğursuz hayvan ötüyo acı acı diye, Allah'ın yarattığı hayvan uğursuzluğu mu olurmuş. Koca karı lafları, inanmazdım ben bunlara. Ama yüreğim inceden inceye bir sızladı. Hayvanın ötmesiyle bir ilgisi yoktu bu sızının.
Üzülmekten, yarının nasıl olacağına kafa yorup düşünmekten yoruldum. Oturdum sedire seyrettim güneşin vurup da erittiği kar kümelerini. Ömür de bu kar kümeleri gibi değil miydi, bir vefasız uğruna erimiyor muydu? Bir çift tatlı söz güneş misali yakmıyor muydu yüreğimizi?
"Adile'm gülüm, çiçeğim" kulaklarımda çınladı sesi. Herşey istediğini alana kadar olması en çok canımdan can alıyordu. Gözümden akan yaşları kolumla kuruladım. Erik ağacının dibinde, sırtını yaslamış ağaca bakıyordu bana Allah'ın belası herif...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
General Fiction"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...