O günün sabahı iş saatinden biraz erken kalktık Neriman Ablayla beraber. Kahvaltıyı lokanta da yapacaktık. Öyle planlanmıştık. Gelen geçen insanların simasında arayıp durdum Fuat'ı bulamayacağımı bildiğim halde. Gönül kimi arzuluyorsa, göz de onu arzuluyormuş meğer. Lokanta da her şey olağan bir şekilde ilerleyip gün sona ererken yüreğim büyük bir umutsuzlukla kaplanıyordu. Sabır en çok da bu gibi zamanlarda insana yoldaş olması gerekirken, yerini sabırsızlığa bırakıp insanı bilinmez bir yola sevk edermiş. Gönlümde de sabırsız bir bekleyiş, gözlerim ha bire yollarda takılı kaldı. Sarı bir taksi görsem, ‘Acaba Fuat bu taksiyle mi gelecek’ diye düşünür dururdum. Ya da otobüs görsem... Hissediyordum sanırım. Gelecekti ama ne zaman bunu pek bilemiyordum. Gelmeliydi yahu beni eli böğründe bırakacak adam değildi ki Fuat!
Günler geçti, haftalar bitti. Neredeyse umudu kesmiştim Fuat'dan bu saatten sonra da gelmez demeye başlamıştım. İçin için ona kızıyordum. Ah bir Ferhat olup dağları delemedi! Sanki ondan dağları delmesini bekleyen vardı değil mi? Sekiz saatlik mesafeyi, atlayıp arabasına yolları, asfaltları eze eze gelseydi yetmez miydi bana? Mecnun olmasını mı ummuştum ondan? Seviyorsan çık gel be adam! Ah gelmedi, belki de gelemedi!
Eskisi kadar da onu düşünüp yıpratmaz olmuştum kendimi. Belki de bir kabullenişti bilmiyorum. İyiden iyiye iki kişilik hayatıma alışmıştım. Bir üçüncü kişi yoktu, olacağı da yoktu. Gündüz iş telaşı iyiydi de ara da gecenin bir yarısı düşüverirdi aklıma. O vakit de düştüğü yerden kovardım düşlerimi. "Aman be kendine gel be kadın. Bulmak istese bir gününü mü alır sanırsın! Demek ki bulmaya değecek kadar sevmemiş seni" der yüreğime işkence çektirirdim. Zevk mi alıyordum bunu kendime yapmaktan derseniz, zevkini bilmem de çok acılı olduğunu iyi bilirim. Bir kahve yapsam, burnuma dolan burcu burcu kahve kokusu bana Fuat'ı alıp getirir, karşıma oturttururdu. Dokunmak istesem o güzel çehresine elim kolum kalkmazdı. Sonra o hayali silüeti de kaybolur bir başıma kalırdım. Yalıda çalıştığım o aylarda öğrenmiştim Fuat'ın neler sevip sevmediğini. Anlayın işte, Fuat'ın sevdiği yemekleri pişirmek dâhi zulüm gibiydi bana! Onu hatırlatan ne varsa canımı acıtıyordu. Bu sebepten beni düşünmeyen sevdiğinden dâhi emin olmadığım bu adamı bile isteye yüreğimden de çıkarmayı çok istedim onun için yüreğimde büyüttüğüm sevdam çok arsızdı. Ne uslandı ne laf anladı. Birbirimizin bam teline dokunmadıktan sonra yaşayıp gidiyorduk arsız sevdamla beraber.
Bir salı günüydü hiç unutmam. Lokanta yine tıklım tıklım doluydu müşteriyle. Arada bir müşterinin istek parçasını okuyurdum. İşler de iyiden iyiye gittiği için Neriman abla seslendirdiğim şarkıyı, türküyü desteklemek için küçük bir saz ekibi kurdurmuştu hemen arkama. İstek parça bittikten sonra servislere de yardımcı olmamı istemişti Neriman abla o gün. Bir servise yetişmek sonrasında da istek parça okumak yoruyordu beni. O kadar yorgundum ki kimsenin yüzünü görecek halde değildim. Özel istek bir parça iletti garsonlardan biri, şöyle bir bakım parçaya; ‘Aldın Aklımı Başımdan...’
“Aldın aklım bir bakışta
Yaktın yüreğim ateşte
Al hançeri sinem işte
Acımazsan vur sevdiğimBir görüşte sevdim seni
Ettin deli mecnun beni
Göreyim o gül sineni
İnsaf eyle dur sevdiğimSevdiğim başımın tacı
Merhamet et bana acı
Sendedir derdim ilacı
Himmet eyle ver sevdiğim”Türkü bittikten sonra Neriman Abla ile göz göze geldik. Başıyla yanına çağırdı. Kalktım tabureden, ağır usul yanına gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Ficción General"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...