Hiç birşey insanın hayal ettiği gibi gerçekleşmez bu hayatta, benim yaşadıklarım ile hayallerim gibi. Saatlerce beklememe rağmen gelmedi Duran. Gelseydi de şu garip gönlümü bu çekmekte olduğum ızdırapdan kurtaysaydı? Öyle çok bekledim ki o köhne karanlık dere yatağında, korkudan ölüyordum ama yine de eve dönmek için bir isteğim yoktu hissettiğim.
Sonra çaresizce ağlamaya başladım. Doğru muydu yoksa tüm duyduklarım? Eğer öyleyse ne halt yiyeceğimi bile bilmiyordum. Ben üzüntüden kahrolurken ağaçların sık olduğu o hep korktuğum alandan bir çatırdı geldi. Nasıl korkuyorum yarabbi!
Gazel çatırdıları ve kuru dal kırılma sesleri birbirine karıştı. Bense korkudan sanki aklımı kaybettim oradan kaçsam bu korkudan bir nebze uzaklaşsam ne olacak sanki? Yok ama korktuğum halde çivilendim sanki oraya, ne bir adım ileri ne bir adım geri atabildim. Gözlerim sabit orada öylece kalakaldım.O kulaklarımı tırmalayan korkunç çatırtılı ses gittikçe bana yaklaşırken bacaklarım beni taşımaktan aciz kaldı. Zangır zangır titreyerek çöküverdim yere. Gözlerim sıkı sıkıya kapalı, iki elim kulaklarımı kapatarak sanki o kulaklarımı tırmalayan korkunç sesi duymazsam kendimi böylece güvende hissedeceğim. Ne kadar da ahmakça bir hareket oysaki!
Yılın bu zamanları dağlarda aç kalan kurtlar, çakallar ve ayılar köye inerlerdi. Ne akla hizmet bir cesaretle buraya kadar gelmiştim tüm kırgınlığıma rağmen?
Sonra başka bir yönden kuru dal kırılma ve kuru güzellerin sesleri birbirine karıştı. Kalbimin gümbürtüsü göğüs kafesimi delip dışarı fırlayacaktı sanki. Bu nasıl bir korkuydu yarabbi?
Bir el kondu omzuma, o an o korkunun da etkisi ile çığlıklar attım peşpeşe." Sakin ol benim! " deyip çekti beni. Sardı sarmaladı kolları beni. Bilmiyorum o an ne hissettiğimi sarılmasına karşılık gömdüm başımı göğsüne. Bir yandan ağlayıp bir yandan sitem ettim ona. " Nerede kaldın, çok korktum?"
"Anca geldim " deyip sıyırdı başımdan yemenimi. Öpücükleri gerdanıma doğru sıralanırken niyetini az çok kestiriyordum. Nasılsın bile demeden arzuyla ve tutkuyla sevişmeyi nasıl istiyordu aklım bir türlü almadı. Onu durdurmaya çalıştıkça daha da istekli olduğunu gördüm. Boyun mu eğmeliyim üç beş dakikalık zevkine?
Sonra yine o yüreğimi ağzıma getiren kuru dal kırılma sesleri ve kuru güzellerin sesleri birbirine karıştı. Gözlerim o yana döndüğünde gördüm gerçekten gördüm ki orada bir karaltı hızla kavak ağacının gövdesine saklandı. " Orada. .. orada. ..biri var Durannnn!"
Dudakları boynumdan hızla çekildi. Şaşkınca baktı yüzüme, " Kim olacak ki gece gece buralarda? "
"Bilmiyom gördüm işte! "
Bir iki adım gitmişti ki tuttum kolundan, başını dönderip baktı, ' ne var?' dercesine.
" Gitme korkuyorum "
"Korkma bakıp geleceğim " deyip koca koca adımlarla o ağaçların sık olduğu yöne doğru yürümeye başladı. Duran korkma demiş olsa da çok korkuyordum. Bir başıma zifiri karanlıkta inin cinin top oynadığı bir yerde kalmak hiç korkmadığım kadar korkutuyordu beni. Bir süre korkuyla Duran'ın geri dönmesini bekledim. Belki kısacık bir zamandı yanımdan ayrılması ama bana öyle uzun geldi ki sanki koskoca bir gün gibi...
" Kimsecikler yok, dedim sana "
"Gördüm gerçekten bir adam vardı orada bana bakıyordu "
"Hayal görmüşsün Adile. "
Lafının üzerine laf söyleyemedim. Oysa ki orada biri gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Hayal olmadığına öylesine emindim ki ama Duran inanmamakta bu kadar ısrarcı iken gördüğüm suliete inandıramadım onu.
Aramızda ki mesafeyi hızla kapattı. Elleri rahat durmazken, dudakları gerdanımdan kaybettiği zamanın acısını çıkarırcasına ara ara öpüp ara ara dişleri ile dişliyordu. Yine aynı yerinde bize doğru yine gördüm o adamı. Vallahi hayal mayal değil bildiğim bir insanoğluydu gördüğüm.
" Duran bak yine orada bize bakıyor! "
Hızla ayrıldı benden bakması ile ağacın gövdesine saklanan bir suliet görmesi bir oldu.
" Vay anasını essahtan da biri bizi izliyo!" deyip koştu o yöne. Yaşadığım korku öyle büyüktü ki ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Gitmeli miydim buradan? Adam zaten göreceğini görmüştü. Yarın herkes Dul Iraz'ın kızının ne kadar fingirdek olduğunu kulaktan kulağa fısıldayacaktı! Herkesin hasta bellediği Adile dere kenarnarında oynaşı ile nasıl da oynaşıyor diye adım çıkacak, daha kötüsü annem duysa ah zavallı annem kahrından gözleri açık giderdi!
Bu düşüncelerle ardımı dönüp koşmaya başladım. Oradan uzaklaşmam birşeyleri değiştirmeyecekti ama böylece hissetmiş olduğum korku bir nebze azalmış oluyordu. Evin önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Sırtımı duvara dayayıp çöktüm yere, neydi bu yaşadıklarım? Ne için gitmiştim de neler gelmişti şu garip başıma? Tek derdim Duran ile konuşmak iken neden bunları yaşamıştım? Yoksa yüce yaradanın gücüne gitmişti de düştüğüm hata yüzünden cezalandırıyor muydu beni? Yüreğim nasıl da bir telaşa kapılmıştı da dinmek bilmeyen bir çırpınış halindeydi? Bu korku bana çok fazlaydı. Eğer tövbe edince bu başıma gelen musibetlerden kurtulacaksam, durmadan tövbe ederim. Ama biliyorum ki bizi gören her kimse ettiğim tövbe onu ne susturur ne de durdururdu. Bizim köyün insanı böyleydi, köy inim inim inlemeden dedikodudan, beşikteki bebeler bile benim eksiketekliğimi duymadan kimse susmazdı.
Bir zaman oturduğum yerde boş boş düşündüm durdum. Aklıma en ufak bir çare dahi gelmedi. Ben bu işin içinden hiç bir hasar almadan nasıl kurtulacaktım? İki dakika konuşup derdimi Duran'a anlatamamışken bu işin bir oluru yoktu ki!
Böyle olmayacaktı, ağır ağır kalktım oturduğum yerden. Niyetim hiç birşey düşünmeden yatıp uyumak, sonrasında da uyanır uyanmaz çeşmeye kadar gidip kim ne biliyor bizzat kendi kulaklarım ile duyup bilmekti. Gözümü öyle karartmıştım ki beni orada tutup ' *rosbu' diye taşlasalar umurunda değildi sanki. Korkuyordum lâkin korkunun ecele bir paydası var mıydı? Bu işleri başıma ben açtım,temizlemek ancak bana düşerdi.Güya hiç birşey düşünmeden uyuyacaktım planladıklarım ile gerçekleştirdiklerim zaten hiç uyuşmazdı benim. Nitekim öyle de oldu. Sabaha kadar hissettiğim korkuyla dualar edip durdum. Sabaha doğru az buçuk uyumuştum ki Saadet Teyzenin kara horozu yüzünden korkuyla sıçrayarak uyandım. Mendebur hayvan öyle de acı acı ötüp duruyordu ki zannedersiniz tüylerini canlı canlı yollmuşlar!
Yataktan hızla kalkıp giyindim üzerimi. Elimde bakır helkiler düştüm çeşmenin yoluna. Utanıyordum çokça da korkuyordum. İnsan neyle karşılaşacağını bilemeyince korkudan ölüp ölüp diriliyordu böyle. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum bakır helkilerim geçtim su keşiğine. Tüm dikkatimle bana dair bir cift laf duymaktı niyetim. Ama herkes öyle başka şeylerden konuşuyorlardı ki bir türlü yüreğim huzura kavuşmadı. Adımın kulaktan kulağa yayılması mıydı niyetim? Değildi bunu hiç istemezdim ama bir şeylerin ters gideceğine dair hissettiğim korku yüreğimi rahat bırakmıyordu. Durup benimle konuşanlar oldu, 'Geçmiş olsun' diyenler oldu. Kimsenin hiç birşeyden haberi yoktu sanki. Çok mu erken gelmiştim yada böyle şeyler yavaş yavaş mı yayılırdı. Dul Meliha'nın olayı ne çabuk da yayılmıştı oysa ki!
Doldurdum helkilerimi döndüm eve. Eve geldiğimde annem ocaklığı yakmış bakır kazana bir düğ aşı koymuştu. Beni görünce hızla oturduğu ocak başından kalktı koşup aldı elimden helkileri.
"Ah guzum ah Adile'm hasta hasta çeşmeye kadar gidilir mi heç bu sabahın soğuğunda?" diye hayıflandı.
" Sende hastasın ana. Hem hava almış oldum fena mı oldu"
"Sen öyle diyosan Adile'm ne diyem ki..."
Akşama kadar çeşme başına gittim geldim su taşıma bahanesi ile. Ama en ufacık bir söz dahi işitmedi kulaklarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Fiksi Umum"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...