Günlerim hastalıkla cebelleşmekle geçerken bir sabah annem açtı üzerimden yorganı, tuttu kollarımdan oturttudu yatağın üzerinde. Bir yandan öpüyor, bir yandan saçlarımı okşayıp, ' Güzel yavrum, kınalı guzum' diyordu.
Sonra sandığımdan bir fistan çıkartıp giydirdi giyitlerimi. Kaldırmaya çalıştı gücü yetmedi." Ha gayret Adile'm, hadi gızım" diyerek beni yürütmeye çalıştı. Ne yapmaya çalıştığını ve yada nereye götürdüğünü hiç bilmiyordum. Nefes alıyordum, annemi görüyordum lâkin beynim sanki bir süreliğine durmuş gibiydi. Baktı benden ona fayda yok, tekrar oturttu yatağın üzerine, çıktı odadan.
Bir zaman sonra geri döndü, arkasında da Sadık Emmi vardı. "Gurban olduğum emmim, aha gızın halını gorüyon, ölü gibim. Gaç zaman oldu bilmem bu hastalık Adile'mi gorhuyom ki benden söküp alacak! Gücüm yetip de galdırıp yürütemedim."
Sadık emmi beyazların arasında tek tük siyah sakalı olan belki atmış belki de yetmiş yaşında ihtiyar bir kimseydi. Köylüye oranla durumu gayet iyi durumda birde arabası vardı. Onun da iki oğlu Almanya'da gurbetçi olarak çalışıyor, ellerine geçen parayı da babalarına gönderiyorlardı. Bu sebepten durumu gayet iyiydi.
Tuttular iki kolumdan kaldırdılar ayağa. Sadık Emmi hiçte göründüğü gibi değildi. Ben zannederdim ki yaşlılar güçten kuvvetten bir zaman sonra düşmüş oluyor, öyle olmadığını Sadık Emmi ile öğrenmiş oldum. Annem eşiğe takılıp düşünce, Sadık Emmi beni sırtına alıp taşıdı arabaya kadar.
"Iraz gızım gendini de amman ihmâl etmeyesin! Bu çocuh bir eyi olsun hele şehre gadar iniver de göster gendini hekime neyim. Yetmedi mi hastalıhtan çektiğin gayrım? "
"Yetmez olur mu Sadık Emmi canımdan can gotürüyo bu zalım hastalık emme, şehre inip gelmesi nerden bahsan bir gün, ne etsin bu gariban anasız gosgoca bir gün boyunca? "
" Amma ettin Iraz sende, gız eyi olur, böyle galacah dağal ya! Sen gendini ihmal etme. Adile bunun burası, erkek gibim gızın var. Bir gün boyunca ne edecamiş, laflara bah hele! Sen bu dünyadan erkenden göçüp gidinci ne edecek? Tutmuş burda bir günün hesabını yapiyi! "
Usulca, " Gidacam Sadık Emmi, emme Adile'm bir eyi olsun gitmem mi? " deyiverdi annem.
"Durduğun gabahat ya yavrum, canına yazık. Hem Erdal'da deste deste para gondermiş, paranda var gayrı. Canının gıymatını sağlığın varken bilecan!"
"Doğru dersin Sadık Emmi, çabaladıh durduk dünya malı uğruna, çoluğum çocuğum perperişan oldular. Dünya malı dünyada galır emme benim yavrularımın çektikleri yanlarına kâr galdı. " deyip sessizce ağlamaya başladı annem. Çok üzülüyordu ağabeylerimin gurbette olmalarına.
" Hele şonun dediğine bah hele, yavrularının nesi varmış gızım Iraz? Erdal da Cemil'de giderek en eyisini ettiler. Kalsaydılar acınızdan ölürdünüz ya! Herkes geçiminin peşinde bundan gayrı gül Iraz gızım, Dua et ki senin evlatların hepsi de çoh hayırlı evlatlar, gızın gızdan , oğullar oğullardan hayırlı. Ya Selvi'nin oğlu gibim oğulların olsaydı? "
"Tövbe de Sadık Emmi. Allah Selvi Bacıya sabır versin, üç kuruş onun bunun tarlalarında para gazanıyo gariban onu da oğlu olacak hayırsız kerhanede yiyo! "
Onlar yol boyu konuşurken benim beynimde devamlı Sadık Emmi'nin sözleri dönüp dolaşıyordu, ' Gızın gızdan, oğullar oğullardan hayırlı! '
Hayır bunun neresindeydi? Bitmiş tükenmiş bir garip Adile olmuştum ben! Kim benim derdimi bilirdi, yarın birgün bu yaşadıklarım ortaya çıktığı vakit demezler miydi onca köylü, 'eksik etek guyruh salladı da oğlan da düştü peşine! ' derlerdi hemde daha beterini , ' Kuduruk Adile duramadı da baba evinde kendini bozdurmuş!' Bu sözler sadece işitecek olduğum bir iki ufacık sözlerdi. Bu devir erkeğin haklı, kadının haksız olduğu devirdi,
Bir söz vardır bizde, ' Kancık yalandı , erkek dolandı ' ne kötü bir söz, ne onur - haysiyet kırıcı bir söz ki, düştüğüm durum ile yeni yeni bu sözün çok fena bir söz olduğunu farkedebiliyorum ne yazık ki!Ben Duran'ın bana dokunacağını bile bile mi düşmüştüm peşine? Benim ona olan sevdam öyle büyüktü ki, ben onu nasıl tertemiz seviyorsam onun da beni öyle sevdiğine emin olarak düşmüştüm peşine. Her zaman ki gibi konuşacağız, o beni ne çok sevdiğini söyleyecek, ben de utana sıkıla onu çok sevdiğimi söyleyecektim. Olmadı ki, umduğum gibi bir şey yaşatmadı bana. Beni delicesine sevdiğini söyleyen adam iki haftayı geçkin bir zamandır ne gelmişti ne de en ufak bir haber salmıştı! Nerde kaldı onun bana olan sevdası, sevmek böyle sevdiğini sancılı bir duruma düşürmek miydi?
Hastaydım ve bunu köyde bilemeyen yokken o neden bir halimi cam ötesinden sormamıştı, hiç mi hatırına düşmemiştim? Ben bilindiğin de aksine çok hayırsız bir evlat oldum anama, gencecik yaşında mezarında yatan babama. Bir evlâdın atasına yaşayacağı en büyük utancı Duran sayesinde yaşatmak üzereydim, eğer en kısa zamanda beni nikâhına almazsa!
Ben neler de düşünür olmuştum, adam günlerce halimi bile sormamışken, nikâhına mı alacaktı? Hevesini almış, ondan gelip gitmedi yanıma yöreme! Camından can gitti aklımda ki karmakarışık düşünceler ile. Bir ağlama nöbeti geçirdim bir anda. Annem şaşkın bir şekilde sarıldı bana. Şakaklarıma öpücükler kandırmaya başladı.
"Adile'm bir yerin mi ağriyi? Kuzum gözünden ahan yaşlara gurban olurum yavrum, de hele anana niren ağriyi?"
Yüreğim diyesim vardı da diyemedim anneme. " Karnım ağrıdı ansızın ana, bir sancı girdi emme şimcik geçti " yalandı başlı başına bir yalan söylemiştim anneme.
" Geldik guzum az daha sıkıver dişlerini "
"Geldik geldik Adile az daha dayan emi gızım " diye Sadık Emmi de lafa dahil oldu.
Bozuk toprak yolları çoktan ardımızda bırakmıştık. Araba asfalt yolda ilerlerken gözlerim ilçenin beton arma, muntazam bir şekilde yapılmış bahçeli tek kat evlerinde takılı kaldı. İlk defa gelmiyordum ben ilçeye ama işte ilk defa görüyormuşum gibi izlemekten de geri kalamıyordum. Bizim köy evlerine oranla çok daha gösterişli her biri birbirinin aynısı evlerdi. Tek farkları evlerin dış cephe boyaları farklı renklerdeydi, ve yada bahçe citleri ya mavi yada kahverengi boyanmış, kimisi de taş duvarlar ile çevrili evlerdi.
" Cemil ağabeyin de bize böyle ev yaptıracak inşallah "
"Geldiği mi var ki yaptırsın ana? "
"Deme öyle Adile'm giderken dediydi, ' Ana az sabreyle elinizi sıcahtan soğuğa vurdurmayacağım' deyin "
"Laf işte " dedim kendimi tutamayarak.
" Ne lafı Adile'm imkanı vardı da Cemil'im mi yapmadı? Küstürdüler zalımlar yavrumu Sadık Emmisi, en eyi sen bilin hemi, Cemil'im gözden ırah olsa da gönlünden ırah etmez bizi? "
"Anan doğru söyler Adile, et tırnahdan ayrılır mı hem? "
"Ayrılmaz Sadık Emmi ayrılmaz, Adile de ne etsin garib yavrum hastalık canına tak etti de ondan böyle düşüncesiz düşüncesiz gonuşur durur. Bah Erdal'ıma fırsatını bulunca nasıl bizi düşünüp gönderdi el harçlığımızı. Ağabeyi Cemil'de öyle çocuh emir kulu ney etsin, esker adamın işi el işinde çalışmaya benzemez gırh dane adama hesap veriyi yavrum ha deyinci çıhıp gelemiyi ki!"
Yemenisinin kenarı ile gözlerini kuruladı annem. Hemen o dakika pişman oldum söylediğim iki çift lafa. Anamın ne suçu vardı da onun yarasına tuz serpiştirip duruyordum? Ah ah bende bilirdim ki her iki ağabeyim de bizim için canlarını verirdi de amma ki ne çare ikisi de gurbet elde, aramız da aşılmaz mesafeler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Ficción General"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...