16. Bölüm

4.2K 343 58
                                    


Instsgram: gonulhane_esintileri

İnsan sevinçli olduğunda ne yapar?  Bilmem ki ben,  bol arşa uzanan kahkahalar mı savurur, evin içinde delidanalar gibi mi koşturur durur? Yoksa olduğu yerde zıpır zıpır zıplar mı? Ben bunların hiç birini ama hiç birini yapamazdım. Neden mi? Kız kısmı 'usul olur' altın kuralı ile hamuru yoğurulmuş onsekiz yaşına yeni girecek olan gelinlik bir kızdım da ondan. Belki de 'gelinlik anne' demek daha münasipti. Öyle ya tazecik çiçeği burnunda bir anneydim. Her ne kadar dünyaya ufacık fasulyemi getirmemiş olsamda ben bir anneydim.

Yüreğim kıpır kıpır, içimi çepeçevre saran saadetimi hiç belli etmemeye öyle dikkat ediyordum ki, kurtulmuştum sonunda bu illet dertten. Beni her kusurumla kabul eden koşulsuz şartsız yanımda olduğunu bildiğim bir adam vardı ya ondandı bu saadetim, mutluluğum. Salı akşamı geleceklermiş İsmet'in ailesi öyle haber göndermişlerdi. Bugünse günlerden pazardı. İki gün koskoca mıydı kısacık mıydı bilmem ama iki gün vardı önümüzde. Kimseden korkmadan, utana sıkıla insanların yüzlerine bakmak zorunda kalmayacaktım bu iki gün sonrasında.  Ben sevinmeyeyim de kimler sevinsindi bu duruma?  Yalan yok yüreğimin kutu bir köşesinde sinsi sinsi pusuya yatmış bir korku tomurcuğuda yok değildi hani. Mutluluğumla o sinsi korkuyu olduğu köşede sıkıştırmaya çalışıyordum, becerebildiğim kadarıyla.

Dilimin ucunda sessiz fısıldar gibi bir türkü,  öyle acıklı, dokunaklı falan değil ha, en neşelisinden söyleyip dolaşıyorum odanın içinde.

"Karpuz kestim sulandı,
Yedim başım dolandı.
Kırılası gollarım,
İnce bele dolandı.

Hoplan gızlar mum yansın,
Yansın yansın garalsın.
Beni almayan oğlan,
Hasetinden çatlasın."

Bu türkü bizim düğünlerimizin en meşhur türküsüydü. Düğün gecelerinde tüm kızlar kadınlar el ele tutuşur, bir halka oluşturur sonra da
hep bir ağızdan bu türküyü söyler iki ayak halayı çekerdik. O düğün gecesi bana nasip olduğunda öyle bir çekecektim ki halayımı, taze gelin oynamaz diyen namzetilere şan olsundu!

"Adile? "

Annemin bana seslenmesi ile susdurdum dilimde dönüp duran türküyü. Yan odada annemin yanına geçtim. Annemin elinde doksandokuzluk bir tesbih vardı. Elinden hiç düşmeyen safir mavisi bir tesbihti. Babam ömründe iki kere gurbete gitmiş, biri üç sene süren askerlik vazifesi için diğeri insaatlarda amele olarak gittiği vakit. İşte o zaman anneme hediye olarak getirmiş bu tesbihi. Birde tesbih ile aynı renkte seccade vardı ki onu annem kullanmaya kıyamadı benim çeyizim için saklıyordu.

"Buyur ana?"

"Şo ocağa odun at eccik, gemiklerim üşüdü. Birde benim sandıhtan bohcaları getir de bir bahah hele nen eksik nen tamam "

"Tamam ana "deyip ocağa yöneldim. Ateşi bir araya toplayıp attım odunları çarpraz çupraz, dip odadaki annemin sandığından üç adet bohça çıkardım  getirdim koydum annemin önüne.
Şöyle bir okşadı bohçaların kumaşlarını, sanki narin bir çiçeğin yapraklarını okşarcasına. Sonra ağır ağır açtı bohçaları. Tek tek çıkardı allı,pullu, parıl parıl parıldak boncuk oyalı yazmaları. Her biriciğine incitilecek bir nesneymiş gibi dokunup tek tek bohçadan çıkardı. Bizim ellerimizin emeği gözlerimizin nuruydu bu ikimizin ortasında duran çeyizler. Gündüzleri el kapılarında ırgatlık yaptım, geceleri gaz lambası ışığında anamla oturup işte bu el işlerini yapmıştım. Öyle böyle bir emeğin mahsulü değildi bu çeyizler, çok büyük emekler vardı bu çeyizlerin üzerinde.

"Adile say bahayım geç yemenin olmuş?"

Saydım, tam otuzaltı yemeni vardı. Bunların onbeşi iğne oyası, on tanesi pul oyası, onbir tanesi de boncuk oyası yapılmış yazmalardı.

KÖRDÜĞÜM 2 AdileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin