Hayat tuhaftı. Önce insanı mutluluk bulutların da gök yüzüne yükseltiyor, sonra aniden hiç ummadığın andan hızla yere çalıyordu. Neydi bu hayatın bizle derdi? Hiç anlamadım, kafam da basmaz zaten. Yıkıntılarımın arasından yine ellerimden tutarak kaldırdı beni İsmet. Acıyordum, kendimden çok ona. Değer miydim onun güzel yüreğine? Benim kirim pasım kirletmez miydi yüreğini? Bir insan nasıl tereddüt etmeden böyle güzel sevebilirdi hem? Ne çok sorularım vardı, cevabını veremeyeceğim, korktuğum...
Tuttu elimi çekinerek yine. Küçücük ellerimde, kocaman elleri. Uzun parmakları, elinin arasında, ellerim... Çalışmaktan yıpranmış ellerinin nasırları... O benden ürkek, ben ondan. Okşadı hafifçe baş parmağı elimin üzerini. Yüzüme bakmaya koykuyordu. Bense utanıyordum.
"Adile git gayrı eve"
"Bitmedi ki işim"
"Ben ne güne duruyom ha Adile? Git dinlen. Zati akşam babamgil gelecek seni istemeye"
Ben suskun kalınca devam etti, sesinden azıcık heyecan hakimdi.
"Anam pek sever seni Adile. Gör bah ablalarımdan da çok sevileceksin, iki gızım var bir de Adile olsun gurban olduğum dedi bana."
"Duyunca kızmadı mı?"
" Kızmaya fırsatı olmadı ellam. Babam duyunca küplere bindi. Gavat dedi üzerime yürüdü. Anlattım konuştuklarımızı. Anam araya girdi. Gençtir etmişler bir hata neydek olan olmuş, tez elden çaresine bahah, deyince, eccik yumuşadı babam."
Anlattıklarından daha fazlasını duymuştum ama söylemedim. Biliyordum ki üstün körü anlatarak beni üzmemeye çalışıyordu. Yavaşça kalktım gübre torbalarının üzerinden.
"Gidem o vakit ben de..." Baktım yüzüne utana çekine. " Hazırlık etmek gerek akşama"
"Akşama..."dedi buruk bir tebessümle. Mahsun ve duygulu bakışları bir zaman yüzümde oyalandı. Sonra iç çekti kalktı ayağa. Tam önümde durdu. Elini uzattı yüzüme doğru. İrkildim. Bir tuhaf oldum. Neler geldi gitti aklıma öyle... İsmet'in tabiatında olmayacak türden şeyler. Onu, ona yakışmayacak tefeye koymaktan ar ettim. Öyle biri olmadığını bilmek ve bile bile ona o çirkin hareketleri yakıştıran aklıma kızdım. İsmet mertti, namert olamayacak bir adamdı üstelik.
Uzandı eli başımdan kayan yemenime dokundu. Diğer eli de başımın hizasında,
titriyordu elleri zangır zangır. O hissettiği mahcubiyetle, bense hissettiğim utanç duygusuyla aldan mora, mordan ala döndü yüzümüz. Düzeltti yemenimi acemice. Yanaklarıma taşan saç tutmalarımı titreyen parmaklarıyla özenerek yemenimin içine tıktı. Bakamıyordum yüzüne. Ama hissediyordum ki onun bakışları üzerimdeydi. Belki de bu yüzden bakmaya utanıyordum. Onun sevda yüklü bakışlarından kaçarak, kor ateşlerde yanan yüreğine bir damlacık umut olmaktan korkuyordum.Yüreğim acı içinde kavrulurken, sevdasına eş olamamaktan da korkuyordum ne yalan söyleyeyim. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Benimki de o hesap... Hâlbuki İsmet bana süt olmazdı. Olsa olsa yoğurt olurdu, ki yine ağzım yanmasın, yanıp kavrulmasın diye.
"Şimdi gidebilirsin Adile"
Yüzünde o buruk tebessüm yapışmış kalmıştı sanki. Anlıyordum onu. Ne kötüdür ki sevdiği elini uzatsa dokunacak kadar yakınken, yıldızlar kadar uzak olması... Kanaatkardı. Azınan da yetinmeyi öğrenmişti. Güzel severdi İsmet. Cıvık cıvık değil. Sanki dokunsa, solup ölecekmişsim gibi korkarak, incitmeden, nadide bir çiçekmişsim gibi... Sevildiğimi, onun tarafından kıymetli olduğumu her daim hissettirdi. Ama ne çaredir ki sevgisi kanayan yarama pansuman olmadı. O yara ha bire kanadı durdu, deşildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Ficção Geral"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...