Tuttu kolumdan beni, hiç birşey demeden ahıra doğru yöneldik. Kapının önüne geldiğimizde ise yine bırakmadı kolumu. Peş peşe girdik içeri. Dışarının temiz havasına alışan burnum, ahırın kesif kokusu ile karşılaşınca cayır cayır yandı. Ama şimdi burnumun yangınından da öncelikli yangınlar vardı. Kapının açılması ile hayvanlar hep birlikte avaz avaz şikayet edercesine bağrışmaya başladılar. Elleri cebinde loş aydınlıkta şöyle bir baktı hayvanlardan yana, " Hayvanlara yem vermedin mi?"
" Yok. Yeni geldiydim"
Daha bir laf söylemeden döndü yüzünü benden, ahırın köşesindeki saman çuvallarını sırtladığı gibi hayvanların arasına girdi. Her birine eşit miktarda saman saçtı petnilere. Sanki kendi ahırındaymış gibi seri bir şekilde, yabancılık çekmeden samanları dağıttı, yemlerini verdi hayvanların. Bense bir yabancı gibi onun çalışmasını izledim olduğum yerden. Son olarak da buzağıların samanını ve yemini verip tam karşıma geçti ya nasıl yüreğim atmayı unuttu anlatamam.
Korkunun ecele faydası yoktu. O yine binbir ısrarla sormadan bu sefer herşeyi bir bir anlattım ağlaya ağlaya hıçkırıklarımın arasından. Ara ara sinirden çenesi seğirdi ve yada hissettiği öfke ile yumruklarını sıktı durdu. Yalan yok korkuyordum o öfkesinden nasibimi almaktan. Ama öyle birşey yaptı ki şaştım kaldım.
"Gel "dedi kolumdan tutarak. Duvarın köşesindeki yem çuvallarının üzerine oturttu. "Çok yoruldun, ayakta dikilerek. Sen iki canlısın, it köpek için yorma, üzüme gayrı gendini"
"Şimcik ne edecek he mi İsmet?"
"Boşver sen Adile. Hele gün ola devran döne. "
"Durmayacak İsmet, gorhuyom ben. "
Duymadı sanki sözlerimi, çeşmenin başına geçip yemlerini yiyen hayvanları bir bir sulamaya başladı. Bense derin bir düşünce çukuruna düştüm de çıkamadım bir türlü. İsmet'in sakin duruşu, ilk duyduğu zaman nasıl hiddetlendiyse, şimdiki dingin hali ürkütüyordu beni. Bana göre şu işittiği dün gecenin mahsullerini bu kadar sakin olağan bir şekilde karşılamamalıydı. Öfkeden kudurduğunu görmeyi umuyordum. Niye bu kadar sakin duruyordu anlamıyordum.
Sulama işi bitince danalığın kapısını açtı, buluşturdu buzağıları anaları ile. Sonra ellerini birbirine çırpıp eline bulaşan ıslak samanlardan arandırıp geldi yanıma. Teklifsizce oturdu yanıma. "Adile bu işin tek bir çıkar yolu var. " Merakla çevirdim başımı, baktım yüzüne, medet umarcadına.
"Ben gendi anama, sende gendi anana diyecen, benden gebe olduğunu, el alem duymadan düğün gününü en erken tarihe almamız gerektiğini söyleyecen..."
"Yapamam!" Dedim dehşete düşmüş bir şekilde ayağa kalkıp. Tuttu bileğimden oturttu yanına, " Sen yapmazsan o yapacak, düşürecek seni pis ağızlara. Tek yol bu"
" Anam kaldırmaz bu haberi, İsmet gurbanın olayım belki başka bir yolu vardır ha? Ne benim anama garşı boynum utançla eğilsin, ne de senin anana garşı, vardır bir yolu elbet ha İsmet?"
"Yoh dedim ya Adile. Yoh, yoh işte. Ben ister miyim seni ayahlar altına almayı, bilenin bilmeyenin gınayan bahışlarına maruz kalmanı? İstemem Adile, senin canını yahacak en ufak birşeyi istemem. Emme ondan önce biz dersek, o istediği gadar havlasın sağda solda kimseyi inandıramaz. Hem diyelim ki açtı pis ağzını, derim ki, geçmişin kinini güdüyo, Adile'nin namusu benim namusum"
O böyle söyledi ya nasıl yüreğim kıpır kıpır oldu anlatamam. Hayatımın merkezinden iki adam vardı. Biri beni paramparça etmeye yeminli, diğeri beni elinden geldiğince yaşatmaya yeminli. Bu nasıl bir çelişkiydi böyle yarabbi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Fiksi Umum"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...