3. Bölüm

7K 460 198
                                    

Instagram: gonu _hane1

♡♡♡

Ağaçların gölgeleri uzayıp minare boyu olduğu vakit bitti Feyyaz emmimin düzlükteki tarlasınının yığın yapımı. Bundan sonrası tam bir koşuşturmaydı. Erkekler patoza sap atarken, kadınlar da kimi dokuma çuvalların ağzını açıp, kimisi de arpa tanelerinin doldurduğu bakır leğeni seri bir şekilde çuvala boşaltıyordu. Yorulan bir diğeri ile yer değiştiriyor, bu şekilde hem işimizi yapıyor, hemde yoruldukça sıra ile birbirimizi dinlendiriyorduk. Patozun etrafa yaydığı toz insanın nefesini tıkıyor ve genzimizi müthiş bir şekilde yakıyordu.

İçimden kızıyordum, " Bu patozu icat edenin.... eskiden at ile harman yapılırdı. "

"O daha zor ya kırk tane işlemi var! "

Gülsüm ablaydı. Çuvalın ağzını açıyordu. Kafam düşünceler ile dolu olduğu için farketmemiştim sesli düşündüğümü. Duran aklımdaydı,  İsmet'in lafları pervane gibi aklımda dönüp dolaşıyordu. Halbuki ne saçmaydı! Kaç kuşak evvelinde kalmış öcün diyeti bana mı kesilecekti ?
Başlı başına saçmalıktı işte!

"Adile?  Adile koş kız! "

"Eyvah!  Mahvoldum !"  deyip arpa tanelerinin yanına koştum. Küçük bakır leğenden taşan taneler patozun altına serdiğimiz dokuma kıl çuldan tarlanın güneşte kavrulan bağrına dökülen taneler toprağa yayılmıştı. Acele ile bakır leğeni alıp boş bir leğen koydum zağıl zağıl akan tanelerin altına. Aceleci bir şekilde toprağa serilmiş taneleri avuç avuç tarlanın yüzünden topladım. Dibi toprağa karışmış olduğundan panikle Gülsüm Ablaya  baktım.

" Ne edeyim abla burasını ?"

" Ben taneyi alayım patozdan sen de kat kız tarlanın aha şo derin çatlaklarına, Feyyaz Emmi görürse akşama kadar eşşekker gibi çalıştılar demez, zalım keser gündeliğimizden !"

Haklıydı dökülen taneler yüzünden akşama kadar yorulduğumuz  Feyyaz emminin umurunda olmazdı. Çabuk çabuk ellerimle bir el genişliğinde ki tarlanın çatlağına sıyırdım dökülen taneleri. Tarlanın yüzeyinde tek bir tane bile kalmayınca çok rahatlamıştım.

Akşam karanlığı simsiyah bir örtü gibi etrafa yayılmışken bitirdik tarlayı. Çok yorulmuştuk ama gündeliğim ellerimde kuruşu kuruşuna durduğu için yorgunluk falan düşündüğüm yoktu. Tarlada ki eşyaları traktörün remorkuna yerleştirip bizde bindik remorka. Yazıdan köye doğru giden ince toprak yola saptı traktör. Gözlerim ardımızda bıraktığımız traktör izinde düşüncelere dalmışken kolumdan dürttü Gülsüm abla.

"Kız Adile güzelliğine yazık değil mi? Ne sürünüyon aha bu zalımların tarlalarında,  Gündalı Köyü'nün mıhtarının büyük oğlu haber üstüne haber salarmış. Adamlar ebeden dededen zengin! "

" İstemiyom Gülsüm abla! "

"Aklına yanayım Adile!  Senin yerinde başka bir kız olsun heç düşünmez kabul ederdi muhtar Osman'ın büyük oğlunu "

" Anamı bir başına bırakıp da el kapılarına gitmek aha şo yüreğime  pek bir ağır geliyor Gülsüm abla "

"Gızım bir gızın belli bir nasibi vardır, o nasip bittikten sonra bekleme gayrı kimsecikler gelmez. Bak Hayriye'ye üzümün sapı armudun çöpü diye diye evde kaldı. Diyorlar ki, şimdi babası yaşındaki adamlara bile razıymış emme isteyeni yok ki"

Birşey demedim. Konuşacak halde değildim zaten. Ben susunca Gülsüm ablada susmak zorunda kaldı. Haklıydı tüm söylediklerinde ama benim gönlüm zaten doluydu. Gönlüm ister miydi ki Duran'dan başka bir erkeği. Sevmiş bulundum bir anda. Sevilmeyecek bir erkek değildi ki Duran. Upuzun boyu simsiyah saçları,  köyün erkeklerine oranla uzun perçemi vardı sol tarafına yatırır,  her buluşmamızda özenli ve güzel kokular sürerek gelirdi yanıma. Bu köyün hangi delikanlısı onun gibi güzel giyinip güzel kokular sürünürdü? Geniş omuzları vardı. Ah hele pazuları ona hayran hayran bakan kızların gözlerini parmaklarım ile deşmek gelirdi içimden. Duran beni seçmişti onca kızın içinden ve bende buna layık olmak için gelen her talibimi geri çeviriyordum.

Avluyu çevreleyen çitlere sırtını dayamış gariban anam beni bekliyordu. Hep böyle olurdu eğer gecikmiş isem gelinceye kadar citlerin dibinde iki eli başında usanmadan beklerdi beni.

"Ana?"

"Ha yavru?  " deyip derin bir uykudan uyanırcasına silkindi. Oturduğu yerden ayağa kalktı silkeledi arkasına yapışan toprak ve kuru otları.  Asırlık çınar gibiydi benim anam.  Çektiği kahırlar yer yer yüzünün her bir zerresinde izini bırakırcasına derin kırışıklıklar oluşturmuş,  anamı olduğundan da yaşlı gösteriyordu. Halbu ki kırk beşinde var yoktu.

"Neye burada bekledin, zaten hastasın!"

"Olsun yavru, geldiğini görmek istedi gözlerim "

Bir iki kesik kesik öksürdü. Köyün sifacısının  yaptığı bitkisel ilaçlar anama bir türlü fayda etmemiş, gün günü daha kötü oluyordu. Hürü Anaya sorduğum vakit, " Bende anlamıyom Adile, onca yıllık tecrübe ettiğim ilaçlar fayda etmiyor.  Şehrin tohtoru şart "

Hürü Ananın ailesi yüzyıllardır bu yüreye şifa dağıtırdı. Şifa ocağı gibi birşeydi. Ailenin şifacısına ölüm nişanı düştüğü vakit sıradaki sifacıya devrederdi görevini. Öyle aile bireylerinin hepsi bu işlerden anlamazdı. Allah vergisi bir yetenek aileden birinde olur, ölen sifacının yerine bir başkası geçerdi. Dediğim gibi yanlız bir kişide bulunurdu bu yetenek. Hürü Anada seçilmiş kişilerdendi. Babasından ona geçmiş, bu mesleği ben bildim bileli de devam ettiriyordu.  Ah onun şifalı elleri birde benim anama sifa verseydi ne olurdu?

Bazı bazı korkuyordum anama birşey olursa ne ederim diye,  sonra kendimi paylıyordum, " Ağzını ayrı aç,  g*tünü karabayıra aç!  Edepsiz Adile ...
Ana başa taç imiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlat pir olsa da,
Anaya muhtaç imiş.
Sonra bu mani dilime dolanıyor, uzun uzun söyleyip duruyordum.

Annem ellerimi tuttu. Şefkatle okşadı,  elimin avuç içlerinde oluşan nasırlarda parmak uçlarını gezdirdi usul usul.  " Adilem yavrum çok acıdı mı ellerin ha anasının yaralı kuşu?"

Usulca çektim ellerimi anamın ellerinden. " Yok "dedim çatallaşmış sesim ile.  " Heç açımıyor ana ellerim,  sen endişe etme olur mu?"

Yutkundu anam sonra çekingen bir şekilde baktı gözlerime. " Nasıl endişe etmem Adile'm kaç zaman var ki çalışamaz oldum. Aha tam şuramda bir dert var söküyor yüreğimi. Seni el kapılarında bir başına bıraktım "

"Anam senin de dediğin laf mı şimcik? Seni hasta halında ırgat mı göndereyim? Tabi ben çalışacağım. ..."

" Ağabeylerin burada olmuş olsalardı ah keşki keşki. Herkes sığdı da bu koca köye bir benim yiğitlerim sığamadılar. Zalım Yahya ne olurdu sankim kara sevdalıları ayırmasaydı ? Cemil'im selvi boylu, gül yanaklı Raziye ile evlenmiş olsaydı. Gözü çıkasıca Yahya vermedi de ne oldu, ne oldu kızı kendini astı tavana. Olan karasevdalılara oldu. Torpah başına Yahya!  Ölme amma sürüm sürüm sürün ! Ocağın dağıla Yahya, evinin bacasında baykuşlar öte Yahya! "

Her akşam böyle olurdu. Anam Raziye'nin babası Yahya emmiye beddualar eder iki karasevdalılara yanar kavrulurdu. Raziye'ye çok üzülmüştü anam günlerce ' Raziye, Raziye ' diye yorgan döşek sayıklamış durmuştu. Hele Cemil ağabeyim yaşayan ölüden farksızdı. Raziye'nin acı kaybı yediden yetmişe herkesin yüreğini sızlatmıştı. Ne çok ardından ağıtlar yakılmıştı ? Kadınlar kızlar saçlarını yolup yüzlerini acılarından tırnaklamışlardı.

Ne belalı günlerdi o günler? Raziye sözlendiği zaman babasından çok dayak yemişti de yine kabul etmemişti. Sonra Cemil ağabeyim ile kaçmaya çalışmışlar onda da yakalanmışlardı. Ağabeyimi çok kötü dövüp Raziye'yi de saçlarından sürüye sürüye eve götürmüşlerdi. O olaydan üç gün sonra asmıştı güzeller güzeli Raziye kendini.

Birden bir ürperti geldi kuş gibi sirkinmeme neden oldu. Hep böyle mi olurdu acep, seven sevdiğinden ebediyyen ayrılmak zorunda mıydı,  niye çok sevenler bir türlü kavuşamıyordu?
Ah ah zaten kavuşsa sevdalılar, bunun adı karasevda olur muydu hiç?

KÖRDÜĞÜM 2 AdileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin