5. Bölüm

5.7K 431 109
                                    

Hayaller kurup durur insan, ucu bucağı olmayan. ...
Benimde hayallerim vardı, bembeyaz gelinlik giyinip saçlarıma gelin telleri takıp, köyümdeki genç kızların neşeli gülüşleri ve sevdiğim dostlarımın hayır duaları eşliğinde gelin olmayı isterdim. Başımın topuzunu Günnur Abla yapsın, kıpkırmızı kuşağımı Erdal ağabeyim veya da Cemil ağabeyim büyük bir gururla bağlasın isterdim. Ama şimdi bunların hiç birini hâk etmeyecek biriydim. Nerede görülmüş dul bir kıza kırmızı kuşak takıldığı? Hadi diyelim taktılar o bekaretin simgesi canım kuşağı, gelin gittiğim evde anlamazlar mıydı benim dul olduğumu? Ertesi günü bile beklemeden, " Aşifte kimin konundan çıktın da utanmadan sıkılmadan bu eve gelebildin ?" deyip bana ailecek bir meydan dayağı çekmezler miydi?

Ne yapacaktım yarabbi?
Duran, ona dair öyle çok hayallerim vardı ki bir gecede yok oldu gitti o hayaller! Sevmek böyle bir şey miydi? Seven genç kız, sırf sevdiği için hayatının tescili olan bekaretini sevdiğim adam dediği erkeğe vermek zorunda mıydı? Neden oradan o an Duran'ın niyetini anladığım halde kaçmadım, kaçsam bana bu kötülüğü yapamaz mıydı?
Bu düşüncelerle mahvettim kendimi, ben artık eski ben değildim! Tertemiz gülüşlü Adile dün gece dere yatağında ölmüştü! Engel olamıyordum ağlamalarıma. Bu işin sonu nereye varır hiç kestiremememdendi ağlamalarım.

Gıcırtılı kapı sesini duyana kadar güneşin yükselmiş ortalığı aydınlattığını farkedememiştim. Korkuyla gözlerimi kuruladım ve başıma yorganı çektim. Annem beni böyle perperişan görsün istemiyordum. Ah hele gece yaşananları anlatmak benim için ölümden beterdi, nasıl anlatırdım anneme?

"Adile'm daha kalkmadın mı ha yavrum? "

Bir yandan bana seslenerek girdi odamdan içeri annem. Ardından bıraktığı kapı gıcırtılar çıkartarak çarparak kapandı. Yer yatağında yatardım, annem çöktü oturdu yanıbaşıma. Bir iki kesik kesik öksürdü sonra yine tane tane konuştu, " Hadi Adile'm annesinin gül goncası birazdan Osman Ağabey gelir geç kalma tarlaya, yohsam aç açına gidersin gene "

Ses etmedim, ben konuşmayınca annem yorganı açtı üzerinden, o an sessiz bir " hihhh " nidası yükseldi dudaklarından. " Adile'm neyin var guzum, hasta mı oldun yohsam? Ah akılsız Iraz tabi hasta gız sabahtan akşama gadar milletin ağız kokusunu çekiyo tabi hasta olur gadersiz yavrum! " bir yandan kendi kendini paylarken bir yandan da şakaķlarıma öpücükler kondurup, saçlarımı okşuyordu annem.

Bir zaman sonra avlu kapısının önünde traktörün korna sesi yankılandı. Panikle annem kalktı başucumdan. Büyük ihtimalle Osman Ağabeye hasta olduğumu söyleyecekti. Birkaç gün tarlaya gidemezdim bu durumda.

Yine annem baş ucuma oturdu okşadı saçlarımı, " Adile'm niye konuşmuyon de annene neren ağrıyor guzum ?"

'Yüreğim! ' diyemedim. Canımın acısı kıymık oldu yüreğimin başına saplandı da derdimi anlatmaya utandım anneme. Hangi genç kız benim düştüğüm duruma düşmeyi isterdi? Hiç kimse istemezdi! Ya ben akılsız Adile, onca uyarılmaya rağmen koşa koşa yangın sebebim olan adamın kollarına girmemiş miydim?

Bir zaman sonra pes etti annem konuşmamam karşısında öksüre öksüre çıktı odadan. Üzüntüden harap ettim kendimi. Öyle çok üzülüyorum ki en sonunda gerçekten de hasta oldum. Günlerce yataktan dahi kalkamadım, tuvalet ihtiyacımı görmek için annem yardımcı oluyordu, çok utanıyordum annemden.

Dört gün üzüntüden yataktan çıkmadım on günse gerçekten hasta olduğum için. Bu süre zarfında biriktirmiş olduğumuz gündeliklerimin parası bitti. Annem iki elini başına koyup kara kara düşünüyordu ki önümüzde ki günler ne yeyip içeriz diye, işte o günler de çıkageldi muhtar Salih ağabey. Elinde iki zarf vardı Erdal ağabeyimden. Zarfın birinde çokça kağıt paralar vardı, diğerindeyse hasretle tutuşturulmuş mektup vardı.

Mektubu bana uzattı annem, uzanıp almaya kendimde mecal bulamadım. Baktı ki anam bende derman yok koşarak çıktı odadan. Anlamadım ilk başta neden çıktığını sonra Salih ağabey ile geri döndü. Meğer adamı yoldan döndermiş!

" Geç buyur Salih gardaşım, yabancımısın sankim çekine çekine giriyon içeri? Burada senin bir evin !" diyerek benim odama kadar getirdi Salih Ağabeyi. Adam önce bir çekindi sonra kapıyı tıklayıp girdi selam vererek içeri.

" Selamün Aleyküm Adile, geçmiş olsun nasılsın? "

"Heç eyi değil Salih Ağabeyi. İki hafta oldu da aha bu yataktan yavrum derman bulup da kalmamadı. Bu hastalık yavrumun iliğini kuruttu, ara ara bakıyom birşeye neyim ihtiyacı olur deyin boyuna ağliyi! Sen buyur otur şöyle de " deyip camın önünde ki sadire buyur etti annem Salih Ağabeyi.

"Yoksam ilçeye kadar götürek Iraz abla? "

" Nasıl götürek elde yoh avuçta yoh "

"Dert ettiğine bah hele Iraz abla, göndermiş ya Erdal bir deste Alaman parası. Vallah bu parayla senden zengini yoh bu köyde, bitti gayrı ırgat devirleriniz! "

"Essah mı diyon Salih ha gardaş ?"

" Tabi essah Iraz abla! Senin oğlan yaman çıktı, hem borçlarını kapat hem de gül gibim geçin bu köyde "

Annem sevinçle Salih Ağabeyin ellerine sarıldı. Müsade etmedi Salih Ağabey. "Gurban olurum senin o dillerine Salih gardaşım, sen ne de gözel dersin öyle. Şimcik ne ben ne de Adile el kapılarına el açıp aman dilemeyecek miyiz? Üç kuruş için onun bunun azarını işitmeyecek miyiz? "

" Aynen öyle abla, gözünüz aydın kurtardı senin oğlan sizi "

"Vallaha mı Salih gardaşım? "

"Vallaha abla "

"Yemin et doğru duyduklarım hemi ?"

" Hem Vallaha hem Billaha ki kimseye yalvara yakara çalışmayacağınız gayrı"

"Seni yaradana gurban olurum Salih gardaşım, senin o dillerin ne gözel söyler, bal damliyi o dillerinden bal. Bu muştuna benden sana bir gaz kestirecem, birde gaz pilavı yapacağım ki barmahlarını yiyicen Salih gardaşım! "

"Ne gerek var Iraz abla, sizi bana emanet etti Erdal'la Cemil. Hem benim görevim yohsam neye mıhtar olduk öyle dağal mi?"

Annem o hasta halinden sıyrılmış neşeli ve kıpır kıpırdı. " Okuyele bir gardaşım bizim oğlan ne yazmış " deyip baş ucumda duran zarfları uzattı Salih Ağabeye annen. Salih Ağabey kalın duran zarfı anneme geri gerip diğerini aldı eline, " O zarfa dikgat edesin Iraz abla onun içinde çok para var ona göre "

" Tamam gardaşım sen geç merah etme" deyip zarfı sıkı sıkıya avuçlarında tuttu annem.

" Gül kokulu anam öncelikle selam eder iki gözlerinden ve de bilhassa da ellerinden öperim. Bacım Adile'nin de yanaklarından öper ve selam ederim....
Beni sorarsanız çoh eyiyim. Gerçi ilk başlarda gurbetliğin zorluğunu çoh çektim. Gurban olduğum Anadolu'm tonla altın verse bu Alaman gavuru, vatanımım bir karış taşını toprağını değişmem. Türk olduğunu belledikkeri zaman adama tepeden tepeden bahıyo tipine şey ettiklerim! Sankim onlar da insan bizde insanız, bu ne kendini bilmezlik anlamış dağalim.

Burada bir hemşehrilerime denk geldim, Türk'sen Türk'ten başka akraban yoktur buralarda. Adem adı yirmibeş yılını bu gavurlara harcamış, ilk geldiğinde o da benim gibi çok zorluk neyim çekmiş. Bundan sebep, ' ben çektim yeni gelen gardaşlarım çekmesin gayrı' diye yeni gelen gurbetçilere yardım ediyo. Yeri geliyo iş buluyo, yeri geliyo kalacak yer buluyo. Onun sayesinde işçi oldum. Hani kaçak gelmiştim ya Alaman polisi gaçah girenleri yakaladığı anda sınır dışı ediyo bunun için bir Alaman kızıyla evlendim. Gayrı Rabbimden başkası sırtımızı yere getiremez. Bundan gayrı kimsenin kapısında ne sen ne de Adile çalışmasın evimizin sultanı olun, sakın kuşum etme anam para bitmeden ben yine gönderirim . Sizi önce Rabbime sonra da Salih Ağabeyime emanet ederim. Sağlıcakla kalın. .."

***

Dağal : değil manasında kullanılan yöresel bir kelime. Okunuşu 'daal ' olarak okunur söylenir. Genelde bir soru sorarken 'değil mi' yerine 'dağal (daal) mi' diye kullanılır. Yörenin en çok kullanılan kelimeleri arasındadır. ..

Sevgili okurlarım Keyifli okumalar dilerim. Yeniliklerden haberdar olmak için takipte kalın esen kalın ❤🌼❤

KÖRDÜĞÜM 2 AdileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin