Mezardan rahmetli nenem çıksa karşımda dursa bu kadar korkmazdım. İnsanın korktuğu ile karşılaşması adettendir. Karşımda durmuş, arsızca baştan aşağı beni süzmesi tüm avzumda tuhaf iç gıcıklayıcı bir ürperdi yaydı. Zangır zangır titriyordu dizlerim. Şunu kesin bir şekilde söylemeliyim ki, kesinlikle soğuktan değildi bilakis haysiyetsiz adamın karşımda dikilip durmasından dolayı titriyordu dizilerim.
Dağlara çarpıp kulağıma geldi sanki sesi defalarca."Bende fidan boylumun yollarını gözlüyodum ki çok bekletmedin"
Korkuyla etrafıma bakındım, bir kurtuluş arar gibi. Hiç su doldurmadan gerisin geri eve dönmeyi de düşünmedim değildi hani. Sepsert bir rüzgar esti, eteğim savruldu, başımdaki kalın bürük havalandı. Göğü yararcasına boy vermiş koca söğüt ağacından üç beş kuru yaprak kıvrıla kıvrıla uçuştu sağa sola. Esen sert rüzgar gece olacak fırtınanın habercisiydi belliydi. Bakır helkiler bir elimde, diğer elim başımdan uçmasın diye bürüğümü tutuyordum sıkı sıkı.
"Ne o Adile'm sustun galdın gı?"
Hırsla gözlerimi kıstım. Karlara bata çıka yaklaştım soysuza. Bana bakarken keyifle dudağı kıvrıldı yukarı doğru. Sinirle bakır helkileri bıraktım yere, tam karşısına geçtim. Şakir emminin elma bahçesinin çitlerini oluşturan kuşburnu ağaçlarının dibine doğru çekildi. Korkuyordum ama karşısında durmaktan da geri kalmadım. Diktim gözlerimi gözlerine, içimde bastıramadığım kinim ve nefretim neredeyse vahşi bir ejderha gibi ateş olup püskürecekti.
"Derdin ne deyyus! Düş yakamdan!"
Önce bir şaşırdı ama hemen toparlandı. O avcıydı, ben ise av. Rollerin değişmesi kabul edebileceği bir şey değildi. Alaylı bir tebessüm kirli sakallı yüzüne yerleşti. Küçümseyerek başını sağa sola sallayarak baktı bana onaylamaz bir şekilde.
"Ağzın eyice bir bozulmuş ha Adile! Terbiye etmemi mi ister o kiraz dudakların?"
"Uckuru gevşek herif" dedim tıpkı onun bana baktığı gibi küçümser bakışlar atmaya çalışarak. Ne kadar becerdim bilmem ama güçsüz olmadığımı ondan korkmadığımı, zannetsin istiyordum.
"Düzgün gonuş kırarım o utan ar bilmez ağzını!" Deyip bir hışım tuttu kolumu. Yüreğim serçe kuşu gibi pır pır çırpınmaya başladı. Sanki yüksek perdeden avham kesen ben değilmişim gibi. Anladı yüz ifademden hemen o dakika. Yüzünde anlayamadığım bir ifade geldi oturdu.
"Bırak kolumu, bırak dedim!"
"Ne o Adile'm gorhuyon mu? Nereye saklandı o deminki cesaretin ha Adile'm?"
"Ben senin Adile'n değilim! Duydun mu Senin Adile'n değilim! Akşam İsmet ile söz kesiyoh! Ne edersen et beceremeyeceksin, beni pis bir şeymişim gibi ayaklar altına almaya gücün yetmiyecek adi herif duydun mu?"
Beti benzi attı. Hiç bir şey demedi. Rahatlamıştım. Yüzüme sert bir şekilde bakması da, kolumu olabildiğince sıkması da umurumda değildi. Ona karşı zafer kazanmıştım, öyle zannediyordum. Ummadığım anda yüzüme yediğim sert tokatı ile kendimi kuşburnu ağaçlarının dibinde kar birikintisinin içinde buldum. Çenem kırılmıştı sanki. Sonra kıçıma, sırtıma bir iki tekme savurdu. Acı ile karları avuçladım. Hissettiğim soğuk sanki yüreğime işlemişti.
"Orosbu! Aklınca bana ders veriyo. Ulan var mı benim altımdan kalkıp başka birinin altına gitmek? Yanına kor muyum ben bunu senin?" Hırsını yenemeyip bir kaç tane daha vurduğunu hatırlıyorum. Sonrası sanki uyku ile uyanıklık arası bir şey gibiydi. Bedenim acı içinde kıvranırken orada hemen oracıkta ölmeyi diledim. Kuşburnu ağaçlarının köklerini, dibindeki taş duvarın yeşile çalan yosun tutmuş taşlarını seyrettim. Zihnim boşalmıştı sanki. Ne kadar orada öylece yattım bilmiyordum. Elma bahçesinden acı acı kuş sesleri yankılanınca yavaşça bir iki kere yerde yuvarlanıp çıktım sürüne sürüne kuşburnu ağaçlarının dibinden. Ellerim parmak uçlarıma kadar donmuştu. Uyuşmuş diken dikendi. Topallayarak helkileri bıraktığım yere doğru yürüdüm. Her hareketim canımdan can alıyordu sanki. Zorlanarak uzandım yerden aldım helkileri. Eve boş helkiler ile dönemezdim, gücümün yettiği kadar az su doldurup evin yolunu tuttum ağır aksak.
Bu benim kaçmaya çalıştığım kaderimdi. Ben ne yaparsam yapayım bir kaçış yoktu. O isterdi çıkardı karşıma, o isterdi döverdi! Ben istemediğim halde bedenim üzerinde hak sahibi de olurdu! Her şey o pisliğin ne isteği ile başlar ve biterdi. Köşeye sıkışmış ve çaresiz hissetmek kadar kötü hiç bir his yokmuş onu anladım. Canımın acısına bile adapte olamadım. Dilediği vakit karşıma çıkması ve istediğini yapması, benim ise çaresiz bir şekilde istem dışı boyun eğmem ağırıma gidiyordu.
Her basamak başında dinlenerek çıktım merdivenleri. Kalçam sanki oyuluyordu. Can tatlı derlerdi, haklılarmış. Annem başını uzatmış, alnı pencerenin buğulu camına dayalı bakıyordu bana. Demek epey beklemişti beni. Yüreği dargın olsa da gözden ırak olunca merak etmişti beni. Tüm acılarıma merhem oldu sanki bu düşünce. Beni merak etmesini nasıl da aptal bir umutla bekler olmuştum. Dış kapıyı açtı, uzandı elimdeki helkinin birine. Vermek istemedim, ısrarla uzanıp aldı elimden birini.
Helkinin hafif oluşu şaşırttı annemi. Baktı yüzüme şaşkınca."Anam gız! Bu helki boş ya!"
Başım hafif eğik gözlerim annemin elleri arasında duran helkide, " Merdivenleri çıkarken buza basmışım, düştüm. Döküldü sular"
Bir " Hihhh!" nidası döküldü annemin dudaklarından. Aldı diğer elimdeki helkiyi hayata bıraktı. Girdi koluma. Nasıl telaşlı nasıl endişe içindeydi...
"Var mı ağrın sızın?"
"Canım bek acıyo ana"
"Nasıl ettin de düştün ah yavrum, ah guzum?"
Küslüğü de tavrı da yoktu, unutmuştu hissettiği endişeden sanırım. Hiç üzerinde durmadım. Ben zaten annemin bana küs olmasına dayanamazdım. İşime de geliyordu böylesi.
"Ana kalçam oyuluyor sanki bir bıçakla, çok canım acıyo"
"Ah gınalı guzum, ah Adile'm, varmı sancın neyin? Söyle hemen ebe anayı alıp geleyim ha guzum?"
Ortalığı telaşe vermeye gerek görmedim. İsmet'in yaptığı gibi dikerdim ayaklarımı havaya, yaslardım duvara. Ama köyde bilinip duyulmasını hiç istemediğinden annemi caydırdım.
Yatağın üzerine yatırdı beni. Darbe aldığım her yer canımdan can götürdü. İnleye inleye vücudumun acısını azaltacak bir pozisyonda yattım. Annem üzerimi battaniyelerle örttü, sarmaladı beni. Günlüm istedi ki, eskiden olduğu gibi otursun yanıbaşıma öpsün, okşasın saçlarımı... Her şey eskide kalmıştı, her güzel olan şey gibi...Annem kapıyı üzerimden örterken, burukça baktım arkasından. İşte o anda yaşlar doldu gözlerime. Ben ki, yediğim onca dayağa, tekmeye tek göz yaşı akıtmamışken, annemin bir kez saçlarımı okşamamış olmasına, bir kez olsun öpmeyişine ağladım. Bazen yaş kaç olursa olsun yüreği çocuk kalıyormuş insanın.
Karnımda hissettiğim sancı ile yüreğime nasıl bir korku çöreklendi anlatamam. Babasının kim olduğu umurumda değildi, o benim canımdan bir parçaydı ve kaybetme korkusu ölümden beter bir şeydi. Canımın acısını göz ardı etmeye çalışarak dişlerimi sıktım, battaniyelerin arasından sıyrılıp duvar dibine yanaştım. Pisliğin zerre vicdanı yoktu, gavur gibi vurmuştu bedenime. Bacaklarımı kaldırmaya dermanım yoktu acıdan dolayı. Yavaş hareketlerle ayağımı duvar dibinden başlayarak, sürütleyetek ayaklarımı kaldırıp duvara dayadım. Bu hareket yaşadığım acıkları katlanılmaz yapsa da yaşamasını canı gönülden istediğim evladım için katlanmak zorundaydım. Ayaklarım sabit tutmaya çalışarak, acı içinde yattığım yerde kıvranıyordum. Anneme seslenmekten çok utandım. Kadın benim için o kadar endişe duymuşken, üstelik yaşadığı hayal kırıklığına ve küskünlüğüne rağmen, yine yüreğine korku tohumları ekmekten itina ettim.
Bir başka korkumsa, ebe anayı tutup getirmesinden ötürüydü. Köyde kimse tarafından duyulmak ve yada kötü anılmak istemiyordum.Yaşadığım kabus dolu bu günler, saklı kalmalıydı bana göre. Kirli mazim bir çukurda, en derinlerde, gün yüzü görmeden, gömülü kalmalıydı. Bunun imkansız olduğunu bilsem de aptal gönlüm sadece bu arzu ile yanıp tutuşturdu. Ama bilmediğim, hiç bir şey uzun bir süre gizli saklı kalmazmış! Hele ki azılı bir düşmanım varken, her eline geçen fırsatları büyük bir ustalıkla kullanırken hayalden öte bir şey olmadığını öğrenmem geç olmayacaktı...
Bildiğiniz üzere HOVARDA isimli kitabım çok yakında raflarda yerini alacak. Rabbime şükürler olsun ki yazar telif hakkı Engelli çocuklar adına gidecek. Bu konuda destek olmanızı rica ediyorum arkadaşlar. Ne kadar çok insana ulaşırsak o kadar iyi bizler için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
General Fiction"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...