Ah beni, Cemile Hanım biraz olsun tanımayı isteseydi, ne çok isterdim bunu... Ben ki sütten ağzı yanmış, yoğurdu üfleye üfleye yiyen biriydim. Minnet ettiğim adama nasıl bakabilirdim ki hem? Sevmekten geçtim, bir erkeğe ilgi duymak bana öyle uzak kalıyordu ki yaşadığım onca şeyden sonra. Ben sırtımı dayayacağım bir erkek olmadan da hayatımı yaşayabilirdim. Bulurdum bir iş kimseye yük olmadan hayatımı sürdürüp giderdim. Yapardım bunu, yapmadığım şey değildi ki.
Çok düşündüm, bu iyi yürekli adamın sırtında bir kambur, vicdanında bir leke olmayacaktım. Gitmeliydim buradan muhakkak! Ama nereye? Daha İstanbul'un taşına toprağına alışamamış, yol bilmez iz bilmezken nereye gidebilirdim?Öyle zamanlar geçirdim ki, beynim düşünmekten patlayacak derecesine geldi. Yine çaresizliğin avuçlarında can çekişiyordum. Beni düşündüren yalnızca evladım olmuştu o ana kadar. Eğer bir başıma olsam hayat benim için daha katlanır olabilirdi ama yanımda evladım da olunca hayata bakış açım farklı olmuştu. Bir yandan gitmekte kararlıydım ama yabancısı olduğum koca İstanbul'da nereye gidebilirdim hiç bir fikrim yoktu. Öte yandan korkuyordum da. Yutar mıydı bu İstanbul beni, kaybolur gider miydim bu güzeller güzeli İstanbul'un bilinmezliğin de?
Düşünmekten kendimi yedim bitirdim.Son günlerde işlerimi bitirir bitirmez odamdan dışarı çıkmıyordum. Sevim Abla, Cemile hanım memleketine dönene kadar idare edeceğiz dese de ben Cemile Hanımın gitmesini beklemeyecektim. Yine odamda beklerken Sevim Abla haber verdi. Âgâh Bey'in çalışma odasında kahve fincanı kırılmış, temizlemem için beni gönderdi. Hazırladım bir kova ve temizlik malzemelerini, içeri girdiğimde konuşurlarken Âgâh Bey ve Fuat Bey bir anda susuverdiler. Hele Fuat Bey bakışlarını hiç yüzümden çekmeden adeta donmuş gibi bakıyordu bana. Anladım ki onlar da benim gitmem için hemfikirler. İnsan bir tuhaf oluyor istemediğini bildiğinde. Yüreğim ezildi, kendimi öyle önemsiz ve değersiz hissettim ki o an... Koskoca Cemile Hanımın yanında ben kimdim ki beni koruyup tutacaklardı. Ben ki basit bir hizmetçi parçasıyım ya Cemile Hanım? O ise Âgah Bey'in yıllardır gönlünün gizli kalmış nadide çiçeği... Onunla boy ölçüşebilmeme imkan var mıydı? Bu karşılaştırma baştan kaybedilmiş bir yarıştan başka bir şey değildi.
Kapının önünde durdum, içeri girip girmemek arasında sıkışıp kaldım sanki.
Çok çekingen ve ürkek bir haldeydim. Bunda Yalıdan gönderilecek olduğumu hissetmemin de payı büyüktü. Zaten gitmeyi düşünüyordum ama düşüncemi bizzat ben dile getirmeyi ne çok isterdim. Kovmak değildi ama kibarca gönderilecek olmam işte beni acizleştiren de tam da bu durumdu."Gel Adile. Sevim Abla yok muydu?"
Girdim içeri ezile büzüle...
"Âgâh Bey, Sevim Ablanın mutfakta işi olduğu için ben geldim.""Peki öyleyse, Fuat Beyin oturduğu koltuğun sağ tarafında kahve fincanı kırıkları ve biraz da leke var. Dikkat et de elini kırıklar kesmesin."
Gel de bu adama kız, gönül koy hiç olacak iş miydi? Yine nasıl da ince düşüncesini konuşturuyordu...
Başımla onaylanıp çekingen bir şekilde Fuat Bey'in oturduğu siyah deri kaplı koltuğun tam önünde durdum. Elimde ki kovayı yere bırakıp temizlik malzemelerini de sehpanın üzerine koydum usulca. Tam sehpaya uzatmıştım ki, Fuat Bey'in de aynı anda uzanması sonucu kafa kafaya çarpıştık. Zaten yüreğim keder yüklü bir bulut gibiydi, ha yağdı ha yağacak... Ne diye aklımla oynuyorsun be adam? Elim ayağıma dolaştı.
"Pardon Fuat Bey. Ben çok özür dilerim."
Sanki suçlu bir çocuk gibi ezim ezim edilmesi yok muydu?
"Şey ımmmh... Şey Adile hanım sehpayı çekip yardımcı olmak istemiştim. Hay Allah! Bir şeyiniz yok ya?"
Olur mu canım azıcık kafam acıdı sadece...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Fiksi Umum"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...