Tepemizden bir kuş geçti sahile doğru. Kanat çırpışlarını bile duydum diyebilirim. Yakındı mesafe yani. Mutluluğumuz yarı yolda bırakmıştı bizi. Sanki hiç sesi soluğu çıkmadan sinmiş bir köşeye bekliyor gibime geliyordu. Alışkındım ben yahu böyle sevinip hemen ardından karabasanlar gibi karamsarlığımla kol kola gezmeye. Bana göre kavuşmak bu değildi. İnsan beklediğine, hasretine kavuştuğunda doyasıya acısını çıkartırcasına özlemini dindirirdi. Ya biz ne yapıyorduk? Bunun adı kavuşma değildi vuslat hiç değildi. Aramızda dağ gibi engel varken de bizim bir olmamız zaten imkansız görünüyordu benim açımdan.
Sol kolu sıkı sıkıya Melike'yi tutuyordu, sağ kolu uzandı tam gözlerimin kenarından firar eden göz yaşlarıma uzanmıştı ki biraz kenara kaçtım. İstemedi sessiz bir kabullenişle indirdi kolunu. Onun yapmak istediğini bir çırpıda ben yaptım, hoyratça sildim göz yaşlarımı. Sımsıkı sarıldı Melike'ye öptü gül yanağından.
"Kızım, annen anlamıyor bu gönlü yaralı adamın halinden ha?"
Öylesine bir ‘Kızım’ deyiş değildi. Sahiplenmesini hissetmek mümkündü. İğneleyici sorusu ise bizzat banaydı. Hissettiklerim ile ah yapmak istediklerim o kadar farklıydı ki anlatmaya lisanım yetmezdi. İstem dışı ellerim bankın oturduğum kısmın iki yanını sıkıyordu. Rabb'im biliyor ya ondan bir saniye dâhi ayrılmak istemiyorum ama mecburiyetler bizim sebebimizdi.
Gözlerim dolu dolu kaldırdım başımı baktım iki gözümün çiçeğine, "Asıl sen anlamıyorsun? Benden bencil olmamı bekleme!"
"Yani benimle baraber İstanbul'a dönmeyeceksin öyle mi Adile?"
Gözlerimi ondan kaçırdım, sessiz bir kabullenişti aslında bu tavrım.
"Çok güzel Adile, bravo! Geldim ve gördün, bitti mi bana olan hasretin? Evlendiğimi duyduğunda aylarca ne demeye ruh gibi dolaşıp o sevmeye doyamadığım gül yüzünü soldurdun? Aşk bu değil, sevda bu değil! Seni kolay bulmadım ben ve samimi olarak söylüyorum ki iki sözünle de bırakmaya niyetim yok!"
"Beni düşünmüyor musun hiç?"
"Asıl seni düşündüğüm için bu kadar kararlıyım ya"
"Beni düşünmüyorsun, bencil o kalbini düşünüyorsun!"
"Demek böyle Adile. Bırakayım da ne üdüğü belirsiz insanları duyduğumda mest olduğum kadife sesinle eğlendir, gönüllerini hoş eyle öyle mi?"
"Kırıcı oluyorsun Fuat!"
"Kırıcı değil koruyucu oluyurum. Sen hiç yanlarında eşleri ya da sevgilileri olduğu halde aç kurt gibi sıkı sıkıya giyinmiş olduğun giysilerinin ardından seni izlemelerine şahit oldun mu? Hadi bana bencil de, düşüncesiz de ama kırıcı olduğumu söyleme. Görmüyor musun ne haldeyim. Defalarca o senin küçük köşede oturup şarkı söylediğin ana takılıp kalıyorum. Kıskanıyorum Adile seni. Sen benim sevdiğim kadınsın. Sesini bir ben duyayım istiyorum, gül yüzüne hayranlıkla, aşkla bir ben bakayım istiyorum söyle çok şey mi istiyorum? Ben var ya ben, senin gül tenine değen rüzgardan bile kıskanıyorum seni. Sevmek öyle bir şey ki sevdiğini kat kat sarıp sarmalayıp herkesten ve her şeyden esirgeyesin geliyor. Yanlız senin olsun, sana ait olsun istiyorsun. Yabancı, kem gözler sevdiğinden ırak olsun istiyorsun. Varsın sen bunun adına yine bencillik de hiç ziyanı yok. Söz dinleseydi bu uslanmaz yürek ta seni ilk gördüğünde dinlerdi. Seni nasıl sevdim ah bir bilsen, seni nasıl da yüreğimin merkezine oturttum... Bir bilsen ne büyük laflar ettim Agâh'a, şimdi de tükürdüğümü yalıyorum."
Belki meraktan belki de ortamı yumuşatmak için sordum, "Ne söylemiştin ki Agâh Bey'e?"
Tek konu bu mu dercesine baktı yüzüme. Bense korkak bir çocuk gibi kaçırdım gözlerimi ondan. Teklifsiz geldi oturdu yanıma. Aramızda hiç mesafe bırakmadan. Kenara çekilmek gibi bir şansım da yoktu. Dib dibe oturuyorduk. Dışarıdan birinin gözlemlenmesi ile tam bir aile gibi görünebilirdik ama gerçekte ise durum o kadar farklıydı ki... Toplumun önünde, yuva yıkıcı ikinci kadın durumundayım. Zaten rahatsız olduğum en önemli neden de buydu ya.
"Hatırlar mısın bilmem, sen Agâh'ın çalışma odasına ne zaman ki kahve servisi yapsan benim elim ayağıma dolaşırdı. Tatlı bir heyecan basardı yüreğimi. Dostum beni iyi tanırdı ve sana ilgimin farkına daha ilk günden varmıştı. Sen çıktıktan sonra takılır, "Gözlerin şaş olacak" derdi. Sen çıkıncaya kadar aptal aşık gibi sende takılıp kaldığımı tam bir ayran budalası gibi baktığımı, sana karşı ilgim olduğunu vurgulardı.
Yine bir kahve servisinin ardından takılmadan edemedi Agâh bana, "Kapat ağzını!"
"Anlayamadım?" deyip saşkınca yüzüne bakakaldım.
"Anlamamamızlıktan gelmek de yeni adet mi Fuat?" diye çıkışmıştı.
"Gerçekten anlamıyorum Âgâh?" diye kendimi savundum.
"Tamam öyleyse şöyle açıklayım; Adile'den hoşlandığın gün gibi ortada!" demez mi pat diye.
Nasıl şaşırdım nasıl bir panikle ayağa kalktım bilemezsin. Kalkarken sehbanın üzerine ki yarısı içilmiş kahve fincanını devirdim. "Saçmalama Âgâh yok öyle bir şey!" derken yere eğildim kırılan fincanın kırıklarını toplamaya çalışıyordum. Esasen gerçeklerden kaçmak gibi bir şeydi bu yaptığım.
"Bırak sen, aşağıdan çağırayım birisi gelsin temizlesin."
Ellerimi her daim yanınlmda taşıdığım mendilime sildim, "Müsadenle ellerimi yıkayıp geliyorum," deyip çıktım odadan. Yaşadığım o panik halimden sıyrılmak istiyordum.
Kapıdan içeri girerken çok durgundum, kafam karmakarışık bir haldeydi. Kendimi anlatıp savunma derdindeydim.
"Âgâh açıklama yapmam çok saçma lâkin kendimi ifade etmezsem içim rahatlatlamayacak. Kabul ediyorum ki Adile'nin güzelliğinin de dışında farklı bir aurası var. Lâkin çocuklu bir kadın benim tercihim değil. Babaanne tavsiyesi; dul kadınlar ilk kocalarında olurmuş hep akılları, bu sebepten yeni kocalarına mutluluk vaadetmezler. Çocuklu kadınlar ise; yine akılları ilk erkeklerinde olacağından sevgilerini evladından başkasına veremezlermiş. Benim tercihim hiç evlenmemiş el değmemiş bir gül goncası kardeşim!" demiştim. Ne büyük ahmaklık değil mi?"Çok iddialı sözler bunlar Fuat. Günün birinde eğer hiç evlenmemiş bir kadınla değil de dul bir kadınla evlenirsen hatırlatırım bu sözlerini bilmiş ol" demişti kentinden çok emin bir şekilde.
"Hatırlat bakalım " deyip çarpık bir gülümseme peyda oldu yüzümde. Yüreğimde hissettiğim duyguları inkâr ederek gerçeklerden kaçağımı sanıyordum. Yanıldım ben Adile. Büyük büyük beylik laflar ederken, tuzağa düşmüş bir arslan gibi yüreğimi çepeçevre saran sevdam ile çırpınıp durdum. Sevmem dediğim çocuklu kadına ölümüne aşığım. Mecnun da oldum Ferhat da ama bir o kendinden çok emin Fuat olamadım. Söyle Allah aşkına Adile, ben tüm bunlara rağmen sana nasıl arkamı dönüp de giderim?"
Anlattıkları masal olamayacak kadar güzel şeylerdi. İnsan bu, başarılı olduğunda takdir görmek istediği kadar gönülden sevildiğini de bilmek istiyordu. Anlattıkları yüreğimi okşamadı değil, çok da hoşuma gitti gitmesine ama yine olurumuz yoktu ki...
"Gitmek zorundasın Fuat"
"Seni almadan buradan gitmeye niyetim yok Adile"
"Burada kalacağına karışma hakkım yok ama benimle bir yakınlık kurmanı her ne kadar seni çok sevsem de doğru bulmuyorum. Bu sebeple burada kaldığın süre boyunca bana bir yabancı gibi olmaya o seven yüreğin katlanamaz. Ben hiç katlanamam. İkimize de zulüm olur bu. Gitmen en doğru karar olacak ikimiz için de"
Hüzünle bakıyordu bana, biraz da kırgın, "Kavuşmak varken neden bu ayrılık ha Adile?"
Uzandım elimi sağ elinin üzerine koydum. "Bunu bir ayrılık olarak bilme Fuat, bu ikimze olsa olsa bekleyiş olur. Gönlüm senin, kalbim senin... Sen benimsin, ben senin... Sabretmeye takati var mı o güzel yüreğinin ha Fuat?"
Başını iki yana salladı, yanağında buruk bir tebessümle baktı bir süre yüzüme. O bakışı ölsem unutmam.
"Aşkından yorgun düşmüş yüreğime, marotona koş diyorsun da Adile, çok yorgun bu yürek, takatim yok ki"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Ficción General"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...