Aşağı yukarı benim bildiklerimi anlattı. Semiha Hanım'ın akıl hocası Füsun Hanımmış. "Hep senin iyiliğin için,' diyor ama hayatımın en büyük kazığını ablam tarafından yedim. Böyle iyilik mi olur allesen? Yüreğimi kanata kanata söktü kopardı. Affetmiyorum. "
"Et tırnaktan ayrılmaz!" Dikkatle baktı yüzüme. Gözleri hafif kısıldı.
"Kim demiş bunu? Bal gibi de ayrılır. Biliyor musun, benden gittiğinde seni ne çok aradım. Agâhtan destek aldım, buldum köyünü. Öğrendiğim en çarpıcı şey hazan yeli değmişçesine ailenin dağılmış, sahipsiz değilken kimsesiz kalmışsın. İnsan kaybettiğini bildiği vakit düşünerek hareket edemiyor. Ben aklımı yitirdim resmen Adile. Öğrendiğime göre, annenin vefatından sonra ağabeylerin köyüne gelmişler. Onlar da ayrı ayrı seni aramışlar. Sağ olsun bu öğrendiklerim de muhtarın çok faydası oldu. Sizin memleketin insanı çok yabani. Kime seni sorsak başını önüne eğip koşar adım yanımızdan ayrıldı. Çok şaşırdık bu duruma Agâh'la beraber. İki yabancı adam her gördüğüne seni soruyor, adını duyan çil yavrusu gibi kaçıyorlar düşünsene Adile, ne tuhaf değil mi? Köy meydanında ellerimiz bomboş ne yapacağımızı bilmez bir şekilde avare dolaştık durduk. Köyün muhtarıymış yanında da ihtiyar bir adam sağolsunlar geldiler bizi alıp muhtarlık binasında ağırladılar. Adı Salih ihtiyar amcanın. Adını duyunca çocuklar gibi hüngür hüngür ağladı."
O anlattıkça ben de ağlıyordum. Sarılıyor, başımın üzerine öpücük kondurup sakinleştiriyordu. "İyi mi Salih emmi?"
"İyi merak etme. Anneni pek severmiş, koruyamadım rahmetli Iraz'ın emanetini, çakala, alıcı kuşa yem oldu diye dertleniyor. Erdal ağabeyinden ötürü çok korkuyor Salih Amca. Sanırım biraz deli dolu bir adammış. Başına gelenleri duyunca, kusura bakma Adile yaralarını kanatmak için anlatmıyorum, bilmeni gerekli gördüğüm için anlatıyorum. Senin başına bu belaları saran, o şeref yoksununun evini basmış. Adam felçli..."
"Duran felç mi olmuş?"
İsmini duymaktan rahatsız olduğu her halinden belliydi. Sorduğuma da pişman oldum.
"Köye elektrik geldiğinde, eve kaçak elektrik çekmeye çalışmış. Elektrik çarpmış, bir senedir felçli yatıyormuş. Bu hayatın bana öğrettiği bir şey varsa, kimsenin ahı kimsede kalmıyor. Felç kalınca karısı da terk etmiş. Neyse o adi herifi bosvereyim. Ağabeyin evini basmış, bakmış yatalak bir şey de yapamamış. Bildiğim kadarıyla sana çok kinliymiş. Salih amca bizden evvel Erdal'ın seni bulmasından korkuyor. Bak az daha unutuyordum, Cemil ağabeyin de seni arıyor hem de annenin vefatını öğrendiğinde köyden ayrıldığın haberini duyduğundan beri. Ondan yana pek korkum yok. Ağabeyin mülayim bir adam. Tanıştık kendisiyle. Bir gece köyünüzde misafir kaldık, Salih Amcanın evinde. Muhtar bizzat arayıp "Bacının peşinde birileri var, hala köydeler deyince atlamış arabaya gelmiş. Sabah tanıştık. Annenin cenazesine gelmiş. Gelir gelmez anlatmış birileri ama inanmamış kimseye. Sana çok güveniyor, ardını dönüp bıraktığı o çocuk Adile olarak görüyor. O günden sonra çok aramış, ne gittiğin yeri biliyor ne de nereye kadar bir başına gidebileceğini... İğneyle kuyu kazmaya benzer bu iş. Koskoca ülkede seni arayıp bulmak kulağa pek de imkanlı gelmiyor değil mi?
"Ağabeyim sana sormadı mı kimsin, necisin bacını ne diye arıyorsun diye?"
"Sormaz mı sordu elbete. Görmen lazımdı, ilk bende sert, bastığı yeri titreten komutan izlenimi verdi. İster istemez çekiniyorsun, ikimizin de sonuçta aradığı kişi üzerinde ortak noktamız sensin. Birimizin gönül yarası, diğerinin bulamadığı kızkardeşi. Başına gelenler de küçümsenmeyecek derecede tramvalar sonuçta. Evin dışarı açılan bir odası vardı. Bizi orada ağırladı Salih Amca. Kadınları hiç görmedim, sadece evin erkekleri vardı bir de muhtar.
Kapıdan içeri girer girmez sert bir selam verdi. Biz o vakitler sabah kahvaltısı için yer sofrasında Düğ Çorbası kaşıklıyorduk. Buyur etti sofraya Salih Amca. Tam karşıma oturdu ağabeyin. Üzerinde ki üniformanın da ağırlığı var. Bir kaşık çorbasından aldı. Bir Agâh'a baktı, bir bana, "Hanginiz ulan bacımın peşine düştü?"Agâh'la birbirimizin yüzüne baktık, "Ben," dedim.
Gözlerini kıstı baktı bir zaman yüzüme. "Kimsin ulan sen?"
Sakin kalmaya çalışarak ayağa kalktım. Ben kalkınca diğerleri de ayaklandı. Elimi uzattım. "Ben deniz, Fuat Dereli"
Elimi kavradı tüm parmaklarımı aynı anda kırmak ister gibi sıkıyordu. Hemen arkamızda sedir vardı. Çekiştirerek sedire oturdu. Hala elim ellerinin baskısı altındaydı.
"Söyle bakalım Fuat Dereli kimsin necisin?"
"Avukatım."
"Aynı zamanda fabrikamın ortağı olur kendisi," diye de ekledi Agâh.
"Buralara kadar gelip bacımı arıyorsan elbette beklenti içinde olman gerekli! Kimi kandırıyorsunuz ulan bir kadının peşine iki erkek ne diye düşer?"
"Sakin ol Cemil! Bildiğin gibi değil durumlar. Bu Beyin adı Mehmet Agâh, Adiley'e iş vermiş evinde. Korumuş kollamış. Aha bu yanında oturan da senin damadın" deyiverdi Salih Amca.
Duyduklarından sonra elimi gevşetti. Omzuma bir tane vurdu, "Gel bakalım arslan, seninle biraz konuşalım" deyip koluma tuttu. Biraz tedirgin olmadım değil. Kapının önünde bıraktı kolumu. Yan yana çıktık dışarı. Avlunun en köşesine geçti, gittim yanına.
"Bakın zannettiğiniz gibi bir durum yok. Ben Adile'yi çok seviyorum. Ne geldiyse başıma bu sevdam yüzünden geldi" dedim. Ağabeyinin zamanında bir gönül yarası varmış Adile belki bilirsin?"
"Biliyorum," dedim.
"Vakti zamanında sevdiği kızı ona layık görüp vermemişler, kız kendini aşmış. İşte bu sebeptendir ki ağabeyin bir anda yumuşadı. Uzun uzun konuştuk. Seni anlatmamı istedi, anlattım işte"
Bu konuşmalardan yeni bir şey daha öğrenmiştim;
'İnsan yaşadıkları ile amel edermiş.' Cemil ağabeyimin öyle bir gönül yarası olmasaydı acaba tavrı nasıl olurdu hiç bilmiyorum."Peki sonra, yani burada olduğumu nasıl öğrendin?"
"Ablamla Füsun'un tartışmasında gitmek zorunda kaldığını öğrendiğimde tarif edemem sana yüreğimin nasıl yağdığını... Öfkemin dineceğini zannettiler ama yanıldılar. Günlerce eve uğramadım. Çok düşündüm, bir yanda bir oyunla birbirine mecbur hayatlar, bir yanda enkaza dönmüş yaşamlar... Bu evlilik değildi olsa olsa esaret olabilirdi. Bir boşanma celbi hazırladım. Füsun boşanma karşılığı benden ne istiyorsa vermeye hazırdım. Ama gel gör ki boşanmayı reddetti. Bir ömür boyu böyle yaşanmaz illaki pes edecek. Ablamla da konuşmuyorum. En son yani buraya gelmeden önce görüştük mecburen... Seni gönderdiğine göre yerini bilgini düşünüyordum. Bunu en başından beri biliyordum ama hiç bir zaman itiraf etmedi. İşte bu son görüşmede yani istemeyerek de olsa seni buraya gönderdiğini söylemek zorunda kaldı.
O da çok zor durumda lakin bu yaşadıklarını hak ettiğini düşünüyorum.""Senin gönlün yücedir, zamanla affedersin ablanı. Hem tüm bunları kötü bir niyetle yapmadı ki seni düşündüğü için yaptı. Baban için üzgünüm ama insan bilemiyor ki herkes aynı hayatı yaşayacak diye de bir kural yok. İnsan bir hata yapıyorsa onu yanlızca korkusundan yaparmış ki ablanın en büyük korkusu seni kaybetmek. Öyle ya da böyle bu korkusu gerçek oldu"
"Bıraksaydı da bunu yaşayarak tecrübe etseydik."
Tebessüm etmeye çalışarak baktım yüzüne, "Bir de iyi yanından bak, ayrı düşmeseydik seni sevdiğimden bu kadar emin olmazdım. Şuan bu vaziyette olamazdık. Biliyorsun ki ben kabuklarını kırmaya cesaret edebilecek biri değildim. Beni benden alan seni sonsuza kadar kaybetme pişmanlığı oldu. Düğün davetiyeni gördüğümde ne denli canımın acıdığını tahmin dâhi edemezsin"
Yüzümü okşadı hafifçe, tebessümü yanaklarına taht kurmuş aşkla bakıyordu gözlerimin içine, "Hayra mı yormalıyım bu yaşadıklarımızı yani?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Ficção Geral"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...