Zaman durdu adeta. Gözümün önünde saatler evvel verdiğim mücadele bir türlü gitmek bilmedi. Sıkı sıkıya gözlerimi kapadım, sağa döndüm olmadı, sola döndüm olmadı, yatağın içinde oturdum bir zaman yine olmadı. Yorgundu vücudum. Biran önce uyumak, yaşadığım o berbat durumu kötü bir kabus olarak kabul etmek istiyordum. Ne kadar becerebilirsem artık... Adım adım sona yaklaştığımı bilmek ve buna mani olamamak kadar berbat bir durum yokmuş şu dünyada bunu anladım. Kedinin fareyle oynadığı gibi canı isteyip oynuyor, oda yetersiz ki o canavar ruhu istediği zaman canımı yakmaktan başka birşey arzulamadığını fütursuzca söylemesi yok muydu, ah yok muydu beni kahreden o sözleri... Anlamıyordum nasıl böyle bir cani oluvermişti de görmemiştim. Yada hep öyleydi de sinsice gerçek kimliğini saklamıştı. Aylar evvel her bulduğu fırsatta beni sevdiğini söyleyen bu adam mıydı? Bu öyle birşeyi ki beynim idrak etmekte zotlanıyordu. İki farklı kişilikte Duran ile geçirdiğim saatler, biri mutluluk ve umut vadederken diğeri cehennemi yaşamamamı vadediyordu. Yaşadıklarım ve yaşadıklarım keşke gerçek olmasa dediğim ne çok günlerim oldu. Kahretsin ki herşey gerçekti!
Sabaha kadar düşündüm durdum. Bir çıkar yol bulamadım. Çaresizce sıkıştığım bu durumdan kurtulmaya uğraşmak, çabalamak yordu yığdı beni. Sonrasında ise sarsılmam ile nerede olduğumu idrak edemedim. Çığlık çığlığa bağırmışım "Dokunma!" diye. "Hışşşttt yavrum guzum benim Adile"
Sarıldım sıkı sıkıya annemin huzur kokulu boynuna, ağladım ağladım. Annem sırtımı sıvazladı, öptü saçlarımı, kokladı. "Geçti yavrum, geçti. Kötü bir rüya neyim gordün zaar?Keşke kötü bir rüya olsaydı. En azından uyandığımda, "Çok şükür geçti gitti" derdim. Ne rüyaydı ne de kabus. Tastamam hayatımın gerçeğiydi. Bir zaman anne kız sarılı kaldık yatağın üzerinde. İlk ayrılan annem oldu. Yüzümde soru dolu bakışlarını gezdirip o can alıcı soruyu sordu, " Ne gördün yavru, ne gördün de böyle canından can gitmiş gibi bağırdın guzum ha?"
Bir yumru oturdu ki boğazıma sormayın. Ne yutkunabildim, ne bir ses çıkarabildim. Şimdi ben anama nasıl derdim o Duran soysuzunun rüyamda bana yine tecavüz ettiğini, nasıl utanmadan anlatırdım anama? Gerçeği diyemeyeceğim gibi aklıma uydurabileceğim bir ufacık yalan da gelmiyordu. Omzumu büküm, "Bilmem rüya işte, uçtu gitti aklımdan."
Tebessüm etti annem söylediklerime.Yanaklarıma yayılmış saç tutarlarımı kulağımın arkasına iliştirip kalktı yanımdan, "Hayvanlar aç bir sefil oldular galk heyde Adile'm.
Annem kapıdan çıkarken toparlandım yataktan. Halsiz, kendimde zerre dinçlik hissetmeyerek zorla kalktım ayağa. Dün geceki uykusuzluğum beni pelte gibi yapmıştı. Çok yorgun olsam da mecburdum zavallı ağızsız, dilsiz hayvanlara hakkım var mıydı ki onları aç susuz bırakmaya?Ağır ağır giyindim giyitlerimi. İlk önceliğim ocağı tutuşturmaktı. Bu sebepten annemin yattığı odanın ocağını yakmak için odaya girdim. Canım anam yakmış ocağı, koymuştu demlikleri ateşin üzerine. Kapının açılması ile baktı bana. Bir elinde hiç elinden düşmeyen doksandokuzluk tesbihi ile,"Ocağı yahtım, çayı da goydum. Get sen işine Adile, tez gel emme he mi guzum? Çay birezden olur, çökelik sündürecam eccik. Soğumadan yetiş emi guzum?"
"Olur ana" deyip çıktım odadan. Merdivenlerden inerken gözüm samanlığın kapısına takıldı. Kapalıydı. Halbuki ben kaçarken açık bir şekilde öylece duruyordu. Tuzak kurmuş olabilir mi? Diye diye korkarak indim merdivenleri. Ürkekçe son basamağı da indim, çevremde herhangi bir tehlikeye karşı hazırladım korkak, çırpınıp duran yüreğimi. Eğer her hissettiğim korkulardan biri ile karşılaşacak olursam diye balkonun altında yan yana duran üç beş meşe ağacından yapılmış mal değneklerinin en kalınını aldım elime ve tetikte yürümeye başladım. Samanlığın kapısının önüne gelince daha bir yüreğim pıt pıt atmaya başladı. Nasıl da korkuyorum Yarabbi! Kapı dışarıdan örtülmüş, sürgüsüde takılı görünce dehşete kapıldım. Kesinlikle tuzak var derken ardımda hissettiğim buz kırılma sesi ve "Kapı..." deyişiyle döndüğüm gibi indirdim değneği ardımdakinin neresine denk geldiğini bile göremeden. Acı içinde iki büklüm oldu.
"Ne yaptın Adile sen?" Sesinde acı, kırgınlık ve şaşkınlığı hissetmek mümkündü. En az onun kadar bende şaşkınım. Elimden değnek düşüverdi karların üzerine. Bir yerdeki değneğe baktım bir İsmet'e. Bile isteye İsmet'e zarar vermek istememiştim ki!
Fanikle onunla aynı orantıda olmak için çömeldim yere," Vallahi istemeden oldu. O sandım seni..."
Dehşetle nasıl baktı yüzüme, hissettiğim korkuya bin korku daha ekledi o bakışı. Bakışları çakmak çakmak, baktı gözlerime." Kim, kim sandın beni?" Tereddütle susmaya devam edince, kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çattı. " Söyle Adile kim sandın beni?"
"Duran " dedim korkarak. Renkten renge girdi suratı. Sonra iğrenç birşey görmüş gibi suratını buruşturdu. Sorularının ardı arkası kesilmiyecek gibiydi.
Uzattım elimi, omzuna dokundum.
"Canın acıdı mı?""Bırak canımı manımı! O şerefsiz buraya mı geldi. Bana doğruyu söyle Adile. Eğer söylemezsen ben öğrenmesini bilirim. Bu sebepten heç geveleme ağzının içinde dosdoğru söyle söyleyeceğini!"
Ne edeceğimi, ne söyleyeceğimi bilemedim bir an. O gözlerini dikmiş öfkeyle bana bakarken de söyleyip söylememek arasında gidip geldim. Beni sahiplenmesi, namusu olarak görmesi gururumu okşuyordu bir yandan. Bir kız sözlenme aşamasında olmuş olsada namusu sözleneceği erkekten sorulurdu. Ama İsmet'in sahiplenmesi sözlenecek olmamızdan çok beni sevdiği içindi, düşündüğü içindi.
Benden cevap alamayınca döndü ardını hırslı hırslı yürümeye başladı. Ayağının altından gecenin ayazından nasibini almış buzlar tuzla buz olurken seslendim utana sıkıla. " Geldi..." Tek bir cümle olduğu yerde onu çivilemeye yetmişti. Duyduğunu sindirircesine yavaşça döndü önünü bana. Gidişinin aksine usulca yaklaştı yanıma.
Ben ayak uçlarıma bakarken utançla, o ise bana bakıyordu. Görmesemde hissediyordum bana baktığını. Kupkuru oldu aniden boğazım. Sanki günlerdir susuz kalmışım gibi. Birde gözlerim nasıl da buğulanıverdi ki sormayın. Ufacık bir sözcük ile akmaya hazır gözyaşlarım... Aksi gibi de yaprak gibi titremeyede başladım.
"Adile?" Sesi titrek, duyacağından korkar gibiydi sanki.
Bakma gafletinde bulundum. İşte o vakit pıtır pıtır aktı gözlerimden yaşlar. İsmet durmayacaktı. Biliyordum merak ettiklerini öğreninceye kadar. Ah anlat deyince hemen anlatabilir miydim ki? O lanet gecenin her dakikasını hafızamdan silememişken tekrar tekrar yaşamak azap gibiydi.
"Sorma" dedim, " Bana birşey sorma " adeta yalvarırcasına.
" Sana sormayım da kime sorayım Adile? Dayanım mı o şerefsizin kapısına?
"Sakın!" Panikle tutuvermişim ellerini. Bakışlarının baktığı yeri farkettiğimde sanki ateşe dokunmuş gibi çektim ellerimi ellerinin üzerinden.
"Adile ben sabırsız bir adamım. Benim sabrım hafiften kaçtı bilesin. Ya şimdi anlat ne diye gelmiş, derdi neymiş anlat ki bileyim?"
"Anlatacam emme gızma emi İsmet. Valla benim bir suçum günahım yok. Dayandı pencereme. Camı çerçeveyi indirdi. Anama duyurmakla tehdit etti. Mecbur galdım yanına gitmeye..."
"Yanına gittin he mi?"
"He " dedim cılız bir sesle. O vakit derin bir nefes çekti ciğerlerine. Sakin kalmak için derin derin nefesler aldığını biliyordum da sonraki duyacaklarından sonrası korkutuyordu beni..
" Eee " dedi " garşılıklı bahmaya çağırmadı seni dağal mi?"
"İsmet gurbanın olayım zorlama beni, benim çektiğim bana yeter gayrı!"
"Birşey mi yaptı sana?"
"Yok "dedim panikle. Edemedi birşey. Emme rahat durmayacak, öyle dedi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM 2 Adile
Fiksi Umum"Papatya," diyor. "Öyle narin öyle hassas bir çiçek ki, bakma öyle dağda bayırda hattâ bozkırda yetiştiğine... Sevmesini bilirsen ziyan olup gitmez be Adile..." İki parmağı arasında tuttuğu papatyaya bakıyor hüzünle... "Adile ne olurdu, bir şans ver...