Kırılan Şeyler Gizlenmeli -24-

399 201 11
                                    

Sam Smith- Fire On Fire🎶

Kırılan Şeyler Gizlenlemi -24-

Ruhumda asılı olan bir yıldız kaydı. Avuçlarıma düştü. Parmaklarım arasında hissedemeden, söndüğünü gördüm. Elimin üzerine güçlü bir el kapanmıştı. Onu kurtaramadan yok etmişti. Karanlık tekrar hâkimiyetini sürdürdü. Avuçlarımda soğukluğu kalırken, bir şeytan ile göz göze geldim. Birbirimize bakıyorduk.

Ben; ruhu alev almış, iblisi parmaklarında oyuncak eden kadın. O ise; gri gözlerinin ardında, cadı sıfatını sonuna kadar taşıyan; acımazsız bir ruh...

Duracağımı sanıyordu, yenilebileceğimi, vazgeçeceğimi... Fakat yaptığım tek şey ortaya çıkarmaktı. Daha ilerine gitmemiştim. Gidebilirdim, eğer bunu istiyorsa ona bunu verecektim.

Gitmek istememiştim...

Kalbim, gerçekten her şeyin o masada düzelmesini dilemişti...

"Kraliçem onu odaya kilitlediği zamanlar..." gözlerimi Araf'a çevirdim. Odamızdaydık. Koltuğa oturmuş, doğrusu çökmüş haldeydi. Parmaklarını burun kemerine yaslamış, sakin kalmaya ve doğru düşünmeye çalışıyordu. Hâlâ doğru düşünmeye çalışıyordu... Asla onun kadar sabırlı biri olamazdım. Sonrasında öne doğru eğildi. Dirseklerini dizlerine yasladı. Parmaklarını birbirine düğümledi. Gözleri yerdeydi. Birkaç saniye sonra bana çevirdi.

Tekli koltuğa oturmuş, bacaklarımı kendime çekmiştim haldeydim. Sessizce onu izliyordum. Çok farklıydık. O kadar farklıydık ki; bazen o gül, ben bülbül; bazen ben gül, o bülbül olurdu. İç çeke çeke onu izledim. İçimde parmaklarıyla oynayan her an sorguya çekilme korkusunda olan bir çocuk vardı. Fakat beklediğim olmamıştı. Bana tek bir soru bile sormamıştı. Hâlâ bekliyordum. Hâlâ her geçen saniye için umudum vardı. 

Korkmalı mıydım bu durumdan? Benden vazgeçtiğinin göstergesi değil miydi? Bana neden tek bir soru bile sormuyorsun diyerek çığlık atmak istiyordum. Eskiden olduğu gibi "Neden yaptın Zemheri? Neden bana söylemedin?" desin istiyordum. Yaptığım tek şey, sessizce onun üzüntülü halini izlemekti. Titreyen ellerimi bacaklarımı sarıp tutundum.

Beni ellerim değil, vazgeçilmenin ürkütücü kolları sardı.

Gözlerimin önünde bir manzara gibi duruyordu. Dudaklarını aralardı, kulaklarıma sesinin güzel melodisi doldu. "O daha sekiz yaşındaydı. Ben on bir, Aref on dört, Asaf ise on beş yaşındaydı." Sustu ve sonrasında devam etti. Tek bir noktaya bakıyordu, gözlerinin önünden o zamanların geçtiğine emindim. Anlatırsa rahatlayacağını umut ettim. Ama o anlattıkça suçluluk içinde boğuldu. Bunu hak etmeden... "Sırasıyla kapısının önünde beklerdik. Benimle beraber kapının ardında öğrendiklerini tekrar ederdi, Asaf ile şakalaşır, konuşlardı... Aref ise, gittiğini söyler ama kapının ardından ayrılmazdı. Onun güçlü olmasını isterdi. Fakat Dolunay; çok korkar, ağlardı. Sessiz sessiz, ağlardı." Sesi sonlara doğru kısıldı. Aref bunu başaramamıştı. 

"Hiç değişmemiş," diye fısıldadım. Sesim, içimde yaşadığım kargaşa halinden bir haber gibiydi. Güzel rol yapabiliyordum. 

"Hiçbir zaman onu bu kafesten kurtaramadık çünkü." Direkt gözlerimin içine baktı. Gözlerinde suçluluk vardı. Kendini yetersiz görüyordu. Sıktığı avuçları titriyordu. Çenesini sıkıyor, yüzündeki kemikler daha da belirginleşiyordu. Bazen gözleri doluyor sonrasında hemen derin derin nefes alıyordu.

İnce ruhlu bir adamdı. Üzülmeyi hiçbir zaman hak etmeyecek kadar ince...

Eğer, Dolunay'ın mutlu yaşayacağını bir hayat için canını ortaya koyması gerekse bir dakika bile düşünmeden göğüs kafesinden kalbini sökerdi. 

Zemheri ArafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin