Selamlar,
Bu bölümü yazarken bayağı zorlandım. Eliff24 çok yardım etti bana, ona da çok teşekkür ederim. Onun da kitaplarına bakın bu arada. Vazgeçemezsiniz öyle diyeyim.
Neyse bölüm sonu sorularında ve satır arası yorumlarında buluşalım. Yorumlarınızı bekliyorum. Bol bol yapınız lütfen..
İyi okumalar..
*
*
*
2 Yıl Sonra, 28 Eylül 2024..
''Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir'' der John Lennon. Bir hayal kurarsın, kurduğun hayalin gerçek olacağı günü delicesine bir heyecan ve umutla beklersin. Ama sonra, o hayalin hayatın gerçeklerine takılıp fırtınada batan bir gemi misali tepetaklak olur. İşte o an hayal kırıklıkların denizin dibine değil, ruhunun derinliklerine batar.
Ve sana tarifsiz bir acı verir. Zamanla geçmeyecek, içinde hep var olacak kocaman bir acı.
Bana da böyle olmuştu. Hayatımda beni herkesten çok sevecek bir adamla mutlu bir ömrün hayalini kurarken bir gecede tüm hayallerim başıma yıkılmış ve ben yıkılan hayallerimin enkazında kalmıştım. Kendimi öldürmeyi denemiştim, bir yıl boyunca kendimi öldürme planları kurmuş herkesi iyi olduğuma inandırdığım an kendimi kocaman bir boşluğa bırakmıştım ölmek için.
Aslında bıraktığım o boşluk belki de hiçlik benim sevdiğim adamı kaybettiğimden beri ait olduğum tek yerdi.
Onu seven kalbim ölmek isteyen ruhumu, ölüm kalım savaşında yenmiş tüm acılarıma rağmen yaşamış, son nefesimi verememiştim. ''Tamam, artık bitti!'' dediğim anda hiç bilmediğim, geçmişimi bile hatırlamadığım bir hayatın içine savrulmuş sevdiğim adamı bile hatırlayamamıştım.
Ama kalbim unutmamıştı onu. Benimle geçirdiği her saniye ona olan sevgimi biraz daha hatırlamış, onu hatırlamazken bile yine ona aşık olmuştum.
Çok garipti, kalbim ait olduğu kalbi aklımın hatırlamamasına rağmen bulmuştu..
Ama sonra hatırlamıştım her şeyi. Kocaman bir yalanın içinde olduğumu acı bir gerçekle öğrenmiştim. Öğrendiklerimi daha kabullenememişken bir seçim yapmaya bırakılmıştım.. İkisi de hem benim için ölüm demekti ve ben Azer için en az üzücü olanını seçmek zorunda bırakılmıştım.
Ya Azer'in yanında günden güne erirken onu da benimle beraber yok edecektim ya da ondan olabildiğince uzağa gidecek o beni günden güne iyiye gidiyor diye bilecekken ben günden güne kötüye giderek bir şekilde yaşamaya çalışacaktım.
İkincisini seçmiştim. Azer'i en az üzen oydu. Benim kötü olduğumu bilmeden yaşayacaktı ve ben bir gün tüm kötü günlerime rağmen korkmadan çıkacaktım karşısına bir daha olabilir miydik bilmeden. O ise hiçbir zaman bilmeyecekti aslında onun için gittiğimi.
Bugün tam iki yıl olmuştu ondan gideli. Ona sarılamayalı, onu öpemeyeli, o güzel bergamot kokusunu ciğerlerime doya doya çekemeyeli tam iki yıl olmuştu..
730 gün..
Her gece ağlaya ağlaya uyuyarak her sabah gözlerimden daha çok acıyan yüreğimle uyandığım yedi yüz otuz gün..
Ölüm gibiydi, öldürmemişti ama yaşatmamıştı da.
Sadece nefes almıştım, bu yaşamak sayılır mıydı?
Bilmiyordum, ama yaşamanın ne olduğunu unutalı çok olmuştu bunu biliyordum.
Arabamda giderken yolu izliyordum, hafif çalan adını bilmediğim şarkıyı düşüncelerim yüzünden pek duymuyordum. Ekrandaki tarihe gözüm gidince içim bir kez daha sızladı. Gözlerim dolmadı, ağlayasım gelmedi sadece içim sızladı.