Selamınhellooo.
Özeldiniz mi beni? Ben sizi özledimmm.
Neyse haydi bölümee.
*
*
*
Gözlerimi aniden aldığım nefes ile açarken elim kalbimin üzerine gitmişti. Etraf hala karanlıktı, odaya göz gezdirip derince nefesler alırken gördüklerimin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordum.
Gerçek olmasını istemiyordum, çünkü bu gerçek olduysa eğer felaket olurdu.
Ayaklarımı yataktan sarkıtıp elimle terlemiş alnımı silerken hızlı atan kalbim yavaş yavaş sakinleşmeye başlıyordu. Ayağa kalkıp odanın ışığını açtım. Kamaşan gözlerim ışığa alışırken odaya göz gezdirdim. Hızlıca banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra sessizce odamdan çıkıp aşağı inerken içimde anlamlandıramadığım bir hafiflik vardı.
Bana hem acı vermekten çekinmiyor hem de hafiflemiş olduğumu hissettiriyordu.
Gördüklerim bana bir rüyadan ibaret gelirken bu rüyanın bir işaret olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Sultan Koçovalı'yı yaklaşık iki yıl önce ben kaçırmıştım benim esirim olmuştu. Ona neredeyse her gün acı çektiriyordum.
Bebeklerimin intikamını alıyordum. Doğmamış bebeklerimin intikamını.
Bazen aynaya bakınca kendimi cani gibi hissediyordum bu yüzden. Çünkü o kadına iki yıldır yapmadığım kalmamıştı. Elime çok uzun süre önce sevdiğimin kanı bulaşmıştı, şimdi de onun kanı vardı.
Ama o hak etmişti. Azer hak etmemişti. Azer sadece mutlu olmayı hak etmişti. O mutluluğu benimle istiyordu ama ben uğursuzdum. Kara bir leke gibiydim. Kan lekesini kapatırdın belki ama kara lekeyi saklayamazdın.
Bir mühür gibiydi üzerimdeki kara leke. Bana bulaşmıştı canımı yaka yaka.
İçimde tuttuğum sır ya da gerçek mi demeliyim bilmiyorum bebeklerimizin olduğu ve öldürüldükleriydi. Benden habersiz.
Bunu iki yıl önce öğrenmiştim. Tam Azer'e koşa koşa gideceğim, her şeye onunla tekrar başlayacağım bir hayata koşa koşa gidecektim. Ama o gün ayaklarıma paslı bir pranga vurmuştu hayat ve benim yaralı kanatlarımın o prangayı taşımaya gücü yetmemişti.
Bu gerçek zamanla sırtımda bir kambur, rüyamın içinde bir kabus, kalbimde koca bir boşluk, ruhumda derin bir yara olmuştu.
İlk başlarda çok öfkelenmiştim kendime. Nasıl anne olduğumu, iki canın içimdeki varlığını hissedemedim diye. Ama sonra kızmayı bıraktım çünkü ben hiç anne sevgisi görmemiştim ki anneliğin ne demek olduğunu bilecektim.
Annem beni hiç sevmemişti, ben bebeklerimi çok sevecektim ama onları hissedememiştim. Bu eşitsizlikti, haksızlık, adaletsizlik..
Ama en çok acıydı.
Sonra Azer'e çok kızmıştım. Çok öfkelenmiştim. Kendime kızmaktan vazgeçtiğim gün Azer'e öfke duymaya başlamıştım. Çünkü kendime biraz daha kızmaya devam etseydim kendimi tekrar ölümün eşiğine sürükler hatta ilkinde başaramadığımı bu sefer yapardım.
Ben nefes alabilmek için Azer'e öfke duymak ve ikimizin payına düşen acıyı tek başıma sırtlamak zorunda kalmıştım.
O kadına yaptıklarım bile içimde yanan acının kor ateşini söndürmeye yetmiyordu. İçim cayır cayırdı. O günden sonra çok kez kabuslar görmüştüm, çok gece titreye titreye uyanmış Can'a ağlayarak sarılırken sabahı sabah etmiştim.