Deniz dükkandan içeriye ilk adımını attığında arka fonda çaldığını hayal ettiği müziğin ritmiyle ellerini kaldırdı ve müziğe eşlik ederek vals yapmaya başladı. Hem dans edip hem yeni hayaller dükkanını keşfetti. Kapı girişinde gördüğü boydan tezgahı hayallerinde kaldırdı ve yerine cam vitrin koyarak pastalarını sergiledi. Vitrinin hemen arkasında duran raflara şekerleme ve çikolata paketlerini koydu. Girişe doğru yönelen tarafa da bir kasa ekledi. Arka tarafa açılan ve eskiden çiçeklerin muhafaza edildiği depo olarak kullandığını tahmin ettiği yere kendi imalathanesini kurmayı düşünerek oradan çıktı. İşin en güzel yeri olan salon kısmına geldi. Rengarenk masa ve sandalyelerle süsleyeceği kafe bölümü işte tam burasıydı. Duvarlara yapay pencereler, küçük ekose perdeler ve yapay zambak saksıları koyacağı yerleri bile belirledi.
Deniz toparlanıyordu, toparlanıp hayallerine sıkı sıkı tutunuyordu ve bu da onu daha mutlu bir insan yapıyordu. Kalbindeki acılar, kırıklıklar ve öfkeler hala aynı yerde durup ona huzur vermese de hayat devam ediyordu ve Deniz akıp giden hayatında geride kalmak istemiyordu. Ne ablasını ne de Fatih'i düşünerek üzülmemeye söz vermişti ve öyle de yapıyordu. Kapının üzerindeki çan çaldığında Deniz kafasını çevirip gelene baktı.
"Sen miydin Leo. Gel lütfen. O elindeki tabelayı şuraya bırakabilirsin."
Deniz pastanesinin tabelasına bakarken içini yine aynı heyecan kapladı. Leo babasının Deniz için ayarladığı yardımcıydı. Babası Alman annesi Türk olan Leo hemen hemen Deniz yaşlarındaydı. Nişanlısıyla evlenmek için para biriktiriyordu. Onu gerçekten sevdiği belliydi. Biraz utangaç biriydi ama Deniz'le iyi anlaşmışlardı.
Leo italik ve renkli yazıyla yazılmış büyük tabelayı oldukça becerikli bir şekilde yere bıraktı. Sonra da Deniz'e dönüp,
"Benden istek başka bir şey var Deniz Hanım?"
dedi. Deniz hafif tebessümle karşılık verdi onun bu aksanlı çıkan tatlı sesine.
"Evet aslında var." dedi bulunduğu salondan inerek Leo'nun yanına geldi.
"Lütfen bana Deniz de. Bir de şu mutfak bölümündeki büyük kartonların icabına bak."
diyerek tezgaha geçti. Leo ise ona bakmadan çoktan mutfağın yolunu tutmuştu. Deniz elindeki bezle tezgahı temizlerken çalan telefonunu kulağına yerleştirip işine devam etti.
"Efendim baba?"
"Deniz kızım tedarikçiyle görüştüm. Pastane için gereken tüm malzemeleri bulabileceğini söyledi. Bunu konuşmak için de birkaç gün içinde yanına gelecek."
"Tamam. Sorun nedir?"
diye sordu babasının sesindeki endişeyi farketmemek mümkün değildi.
"Adam uyumlu biri değil. Ters ters konuşabilir. Anlaşabileceğinizden emin değilim. Ama bu anlaşmayı sağlarsan pastane için en iyi kararı vermiş olacaksın. Adam neredeyse Almanya'daki tüm pastanelerin anlaşma yapmak istediği biriymiş."
Deniz babasının boş yere olan endişesini gidermek istedi. Deniz'in anlaşamadığı bir insan var mıydı ki? Deniz tatlı diliyle o tedarikçinin üstesinden gelecekti.
"Sen merak etme. Her şey yolunda gidecek. İyi anlaşacağımız konusunda endişen olmasın." diyerek telefonu kapattı. Tezgahtaki işi bitince girişin hemen yanındaki masaya geçti ve eline bir not defteri aldı. Laptopunu açıp imalathanesi için gerekli olan makinelerin fiyatlarını araştırmaya başladı. Tedarikçi babasının söylediği kadar ters bir insansa satın alacağı ürünlerin fiyatlarını da bilmesinde fayda vardı. Tek tek araştırdı, notlar aldı. Son günlerde bıkmadan usanmadan dinlenmeden çalışıyordu. Böylece aklına Türkiye'de bıraktığı yarım kalanlarını, pişmanlıklarını düşünmüyordu. Yine de içinde var olan acı hiç dinmiyordu. Şu anda bile işi başından aşkınken Fatih'i düşünerek kalbinin sızlamasına engel olamıyordu. Sinirle kalemi masaya vurduğu sırada Leo ile göz göze geldi. Leo anında bakışlarını kaçırmıştı ama Deniz yakalamıştı. Onun bakışlarındaki anlayışı görmüş ve huzursuzca yerinde kıpırdanmıştı. Leo bir süre sonra elindeki işi bitirip Deniz'in karşısına oturdu.
"Sizin akıl karıştıran bir şey var. Biliyor ben. Ama üzülme. Siz iyi bir insansınız. Tanrı sizi mutlu edecek."
Deniz'in gözleri doldu. Kalbi daha çok sızladı. Mutlu olmak mı? Yaşadığı onca felaketten sonra mutluluk Deniz için çok uzak bir kavramdı. Geceleri gördüğü kabuslar nefesini kesmekten ne zaman vazgeçecek yada kalbinin kırıkları canını ne zaman acıtmayacak bilemezdi ama yaşadığı şeyleri asla unutmayacaktı. Kimseyi sevemeyecek, kimseye güvenemeyecekti. Ve bir daha asla haketmeyen birine sevgisini altın tepside sunmayacaktı.
"Ben belki de ömür boyu mutsuzlukla sınanacağım Leo." dedi umutsuzca omuz silkerek.
"Sınanmak? Ne sınanmak? Sen sınava mı girecek?"
Deniz tebessüm etti. Leo'yla güzel bir ikili olacaklarına emindi.
"Onun gibi bir şey." dedi açıklama yapmak istemediği için.
Leo saatine bakıp bakışlarını kocaman açarak yerinden kalktı ve tezgaha gitti. Sonra elindeki ilaç ve suyla geri döndü.
"Senin baba söyledi. İlaç saati geldi. İçmek gerek."
diyerek Deniz'e ilaçlarını uzattı. Deniz alıp ilaçlarını içerken Leo gibi erkeklerin ne kadar da sevilmeye değer olduğunu görerek nişanlısıyla beraber mutlu olmalarını büyük bir heyecanla istedi. Kendisinin olamayacağı kadar...
Deniz ilaçlarını içtikten sonra bir süre daha pastanesinin işleriyle uğraşıp Leo'yu da göndererek dükkanı kapattı. Eve geldiğinde anne ve babasının televizyon karşısında öylece oturduğunu görünce merakla onlara yaklaştı.
"Neler oluyor?"
Babası şaşkın gözleriyle kızına bakarken Deniz gözlerini, kilitlendikleri televizyona dikti.
"Dünyaca ünlü bilim adamı Martin Allen ölümü tüm dünyayı sarstı. Çatıdan düştü mü düşürüldü mü? Tüm dünyanın gözü şu an Ankara'da. Olayın açıklığa kavuşmasını isteyen Kanada Hükümeti'yle ipler gerildi..."
Deniz haber spikerinin olduğu ekrana bakakaldı. Demek Martin ölmüştü. Buna sevinmeli miydi? Yoksa bu durum Fatih'in başına başka belalar getireceği için endişe mi etmeliydi? Gözü tekrar televizyona kaydığında görüntü spikerden uzaklaştı ve yerde görüntülenen Martin'e kaydı. Ona unutamayacağı kabusu yaşatan adama. Hırstan parlayan gözlerini hatırladı. Sinsice gülüşleri, hatırladıkça hala midesini bulandırıyordu. Ama artık yoktu ve başka bir şehirde de olsa nefes almadığını bilmek Deniz'in içini zalimce bir şekilde rahatlatıyordu. Fatih'den sonra hayatında unutamayacağı yaralar açıp giden ikinci adamdı çünkü.
"... çatıda baygın bulunan şöförü bir adamın Martin Allen'la kavga ettiğini ve boğuşma sırasında Martin'in aşağı düştüğünü polise verdiği ifadede itiraf etti.."
Bir adam...
Deniz bu adamın kim olduğunu biliyordu. Kalbi heyecan ve acıyla karışık atmaya başladı. Gözlerini sabırla kapatıp,
"Yorgunum. Uyuyacağım."
diyerek odasına girdi. Bu acı hiç dinmeyecek miydi? Fatih her an her saniye bu şekilde aklını doldurmaya devam mı edecekti? Deniz elini kalbine götürüp acılarının dinmesi için dua etti. Her sabah umutla kalktığı yatağa akşam acılar içinde yatmaktan artık yorulmuştu. Ve yarın sabah yeniden umutla kalkacağının bilincinde yorganı kafasına çekip bir süre ağladıktan sonra uykuya daldı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇEBE 2 TAMAMLANDI
General FictionFatih ve Deniz'in aşkı hız kesmeden devam ediyor. Bakalım ikisi de düştükleri -düşürüldükleri- bu kör kuyulardan çıkıp aşklarına sarılabilecekler mi?..