Bu sabah, diğer sabahlardan farklı uyandı Deniz. Umutsuz, mutsuz ve amaçsızdı. Şimdi hazırlanacak hayatta şimdiye kadar istediği hemen hemen tek şey olan pastanesine gidecekti. Belki aynı hevesle gitmeyecekti ama oranın kendisine iyi geldiğini düşünüyordu. Belki geliyordu da. Ama kısa bir süreliğine. Sonra yine aynı umutsuzlukların kara bulutları çöküyordu üzerine. Aniden kendini "Pastaneyi açsam ne olacak ki?" diye sorarken buluyordu.
Fatih'i özlüyordu, onu düşünüyordu. Gün geçtikçe iyi olacağını sanmıştı ama gün geçtikçe acısı katlanıyordu. Hemen hemen bir ay olmuştu ama Deniz'in içindeki kırıklıklarda bir değişme yoktu. Geldi geleli ablasını da hiç aramamış o aradığında açmamıştı. Ne zamana kadar böyle idare edecekti bilmiyordu ama bir gün dizlerinin üzerine çökmekten ve bir daha kalkamamaktan korkuyordu. Hazırlanıp kahvaltı için masaya geçtiğinde annesinin masaya kendisi için servis koyduğunu gördü. Buruk bir şekilde gülümsedi ve "Günaydın." dedi.
"Günaydın kızım."
Oturup meyve suyunu içtiği sırada annesi de yanına geçti ve konuşmaya başladı.
"Baban çıkmadan önce bir telefon numarası bıraktı. Tedarikçinin bir şeyi miymiş neymiş. Bilmiyorum. Arayıp tedarikçiyle görüşmek için randevu alman gerekiyormuş."
Deniz'in içi sıkılmıştı artık. Şu tedarikçiyle bir an önce görüşüp malları almak ve pastanesini açılışa hazırlamak istiyordu.
"Bugün ilgileneceğim." diyerek telefon numarasını aldı. Annesinin kıvrandığını görünce bakışlarını ona çevirdi.
''Bir şey mi var?''
''Ne zaman ablanla konuşacaksın?'' dedi birden. Deniz de bilmiyordu. Ne ablasına ne de Fatih'e karşı öfkesi soğumuyordu. Ablası ve eniştesi buraya temelli taşındığında belki minik yeğeni için yumuşayabilirdi ama şu an kimseyi görmek, kimseyle konuşmak istemiyordu. Deniz toparlanmaya çalışıyordu. Toparlanana kadar da kafasını başka şeylerle meşgul etmek istiyordu.
"Kafamı toplayınca konuşacağım merak etme.''
Annesi ona merhametle baktı. Elini Deniz'in elinin üzerine koydu ve gülümsedi.
"Aranızda ne geçti bilmiyorum ama siz etle tırnak gibisiniz. Şimdiye kadar hiç ayrı gayrı kaldığınızı görmedim. Seni buraya gelmeye ikna eden şeyi bilmesem de burada olmandan çok memnunum. Artık o güzel kalbini üzme. Her şey düzelecek."
Deniz neredeyse ağlayacaktı. Annesi haklıydı. Bunları Deniz de biliyordu. Ama istemiyordu. İçinde ne düzelmeye ne de affetmeye isteği vardı. Bu yüzden sadece kafa sallayarak annesini onayladı ve kahvaltısını yapıp evden çıktı. Arabasına bindi ve elindeki numarayı tuşladı. Telefon bir kaç saniye çaldıktan sonra açıldı.
"Evet?"
Adamın soğuk sesiyle Deniz'in içine bir titreme girdi ama boğazını temizleyip kendini tanıttı.
"Merhaba. Ben Deniz Yılmaz. Adelya Pastanesi'nin sahibiyim. Tedarikçinizle görüşmek istiyorum."
"Tedarikçimiz şu an yurt dışında. En erken randevuyu önümüzdeki ay verebilirim."
"Ne!" Deniz şaşkınlıktan ve öfkeden telefondaki adama bağırdı. Önümüzdeki ay mı! Önümüzdeki ay! Bir ay sonraya mı randevu veriyordu? Neydi bu kamera şakası falan mı? Deniz sinirlerine hakim olamadı.
"Siz çıldırdınız mı? Başka adam mı yok bana mal verecek? Koca Almanya'da bir tek bu tedarikçi mi kaldı?"
Telefonda sessizlik olunca Deniz kapandığını düşünüp ekrana baktı. Ama hala konuşma devam ediyordu. Biraz daha sakin olmayı düşünerek derin bir nefes aldı.
"Üzgünüm ama elimden bir şey gelmez." dedi adam. Deniz öfkeyle bir yere varamayacağını anlayınca sesini yumuşattı.
"Bakın bana daha kısa süre için bir görüşme ayarlamanız gerekiyor. Bir ay benim için çok fazla. Benim o kadar zamanım yok. Bir şeyler yapamaz mısınız? Lütfen!"
Sesi neredeyse ağlamaklı çıkmıştı. Adam telefona doğru ofladı. Kısa bir sessizlik sonunda "Peki!" dedi.
"Peki ama sadece bugün için boşluk var. Müsaitseniz bir saat içerisinde tedarikçi pastanenizde olur."
Pastanemde mi? Görüşmeyi orada mı yapacaktı? Deniz şaşırmıştı ama önemsemedi. Sonuçta bugüne bir görüşme ayarlamıştı değil mi?
"Olur tabiki! Çok çok teşekkür ederim."
diyerek telefonu kapattı. Pastanesine gittiğinde arabadan inerek dışardan şöyle bir süzdü pastanesini. Burası yakında şenlenecek ve güzel bir pastane olacaktı değil mi? Onun pastanesi...Büyük bir nefes verdi ve yerine gelen neşesiyle kapıyı açtı. Kapının üzerinde çalan zilin sesi kulaklarını doldururken Leo da mutfaktan çıkıp gelenin kim olduğuna baktı.
"Sen geldi patron. Ben de yapımı biten tezgah temizliyor."
Gülümseyerek Leo'ya "Günaydın. Kolay gelsin." dedi. O işe dönerken Deniz de montunu çıkartıp kasanın yanında duran askılığa astı ve sandalyeye oturdu. Aslında şu an bir kahve içse mükemmel olacaktı değil mi? Ve burada patron kendisiydi. Bu his ona inanılmaz derecede güven verdi.
"Leo." diye seslendi. Elindeki bezle mutfaktan çıkan Leo ona tatlı tatlı baktı.
"Bana karşı dükkandan Latte alır mısın? Ve lütfen karamel şurubu da koysunlar." dedi.
"Tabi patron hemen getiriyor."
Leo'nun getirdiği kahveyi afiyetle içip salon bölümüne geçti. Burası için bir sürü masa sandalye sipariş vermişti ama hala gelmemişti. Yapay ve canlı zambaklar da istemişti ama onlar da hala gelmemişti. Artık beklemekten sıkılmıştı. Bir an önce burayı açmak istiyordu. Geçen hafta ustalar gelip duvarlara pencere figürleri yapmışlardı. Ayrıca fotoğraf delileri için bir duvara boydan bir kanat da yaptırmıştı. Çevresini zambaklardan kocaman bir çember yaptırmayı düşünüyordu. En üste de leon ışıklarla Adelya yazacaktı. Böylece dükkan sahibi amcanın da mutlu olacağını düşünüyordu. Elleriyle pencerelere dokunarak boş salonu turladı.
"Patron?" diyerek yanına gelen Leo'nun sesini duyana kadar salon bölümünde oyalanırken nasıl daldığını farketmemişti. Ne kadar süredir buradaydı onu bile bilmiyordu. Onun endişeli yüzüne bakarken ne olduğunu merak etmişti.
"Ne oldu Leo? İyi misin?"
''Patron biri sen görmek istiyor. Tedarikçi olduğunu söyledi. Mutfakta bekleyecek dedi.''
Deniz'in duyduklarıyla heyecanlanması gerekiyordu ama sinirlenmişti. Ne hakla kendisinden müsaade almadan kafasına göre mutfağa geçebiliyordu? Bu adam her kimse fazla şımarık biri olduğu kesindi. Sinirle, adımlarını mutfağa yönlendirdi. Hızla kapıyı açtı. Arkası dönük adam mutfak dolaplarını inceliyordu. Hiç selam vermeden konuşmaya başladı.
''Beni burada bekleyebileceğinizi size kimin söylediğini merak ettim açıkçası. İzin almadan girmek gibi bir huya sahipsiniz demek."
Adam ağır ağır ona döndü.
"Siz de fazla konuşmak gibi bir huya sahipsiniz demek."
Deniz önce adamın gülen yüzüne kilitlendi. Sonra da üzerine doğru gelirken eliyle tuttuğu karnına. Kollarını açıp Deniz'e sarılmak isteyince Deniz ona ikinci kez sert bir tokat atmak için elini kaldırdı ama Fatih bileğinden tutup, "Bu kez değil." dedi. .
Deniz neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi. Fatih karşısına bu şekilde çıkarak onu sarsmış olabilirdi ama Deniz'in aklı da acısı da hala yerindeydi!
"Senin burada ne işin var Fatih?!" diye bağırdı sinirle. Fatih bilmiş bir edayla sırıttı.
"Fatih değil. Jonas Gunther. Yani bugün görüşeceğin tedarikçi." diyerek cüzdanından yeni bir kimlik çıkartıp Deniz'e uzattı.
Deniz titreyen elleriyle kimliği aldığında bunun bir şaka olduğunu düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇEBE 2 TAMAMLANDI
Ficción GeneralFatih ve Deniz'in aşkı hız kesmeden devam ediyor. Bakalım ikisi de düştükleri -düşürüldükleri- bu kör kuyulardan çıkıp aşklarına sarılabilecekler mi?..