FİNAL

447 30 7
                                    

"Eee büyükbaba anlatsana sonra ne oldu evlendiniz mi?"

Fatih boğazındaki kuruluğu gidermek için biraz öksürdü. Gömleğinin cebinden çıkardığı gözlüğünü temizleyip artık çok da iyi görmeyen gözlerine yerleştirdi.

"Hadi büyükbaba! O yılı anlat bize. Herkesin karanlık yıl diye bahsettiği yıl var ya!" diye şaşkınca dedesine baktı Berke. Diğerleri de onu başıyla onayladı. Ne zaman bir araya gelseler dedelerinin hikayelerini dinlemeye bayılırlardı. Fatih iki torununu kucağına diğer ikisini de koltuğa oturtu. Koltuğa oturanların kollarındaki telefon zımbırtısını kapatmaları için boğazıyla bir uyarı öksürüğü verip başladı anlatmaya.

"Evet karanlık yıl. Bu söylem sizi korkutmasın evlatlarım. O yıl dünya büyük sıkıntılar çekti ama bize büyük dersler de verdi. Doğa ondan aldığımız ne varsa teker teker bizden geri almaya başlamıştı. Virüsler, savaşlar, ölümler. Tamamen bir ortaçağ gibiydi. Dışarı bile çıkamıyorduk. Her yerde maskeli adamlar ellerinde dezenfektan aletleriyle dolaşıyorlardı. Neredeyse tüm dükkanlar kapatılmıştı..."

"HandBand bile mi?!" diye isyan etti içlerinden biri. Fatih onun bu tatlı söylemine tebessüm etti. Kolundaki teknolojik zımbırtıyla her şeyi kontrol ettiği gibi bilgiyi de sağlasa hiç fena olmayacak diye düşündü.

"O kolundaki bandı satın aldığın yer o zamanlar daha kurulmamıştı bile evlat. Akıllı saatler tabiki vardı ama çok çok az yetkileri vardı. Şu anki gibi tüm banka verilerini, hastane verilerini, kimlik verilerini içermiyordu. Yani şu an o kolundaki band senin insani kimliğini taşıyan bir araç ama o zaman sadece bildirim veren, nabız ölçen ve adım sayan bir aletti."

Torunları ona şaşkın şaşkın bakınca devam etti.

"Neyse. O yıl büyükannenizle rüya gibi bir düğün yaptık. O beyaz gelinliğin içinde kuğu gibiydi. Sanki etrafında bir ışık huzmesi vardı ve ışık saçıyordu. Öyle güzeldi..."

"Annem ne zaman doğdu?" diye sordu minik Nilsu. Bu isimleri Fatih aklında tutmakta zorlanıyordu.

"Virüs çıkmadan önce sanırım. Tam hatırlayamıyorum. Yani virüs çıktığında İpek tam altı aylıktı. İpek, öylesine güzel bir bebekti ki... Gören herkes severdi. Kendisi de güzelliğinin farkındaydı. Kendisini sevdirmek için türlü şaklabanlıklar yapardı. İki yıl sonra da oğlumuz Mert dünyaya gelmişti. Tabi o ablasından daha şanslıydı virüsün son zamanlarında doğmuştu."

"Senin, virüsü üreten şu adamı öldürdüğün doğru mu büyükbaba? Tüm gazetelerde gösterilen ve davası uzun süren şu bilimadamı."

"Öldürmek kötü bir kelime Can." diye azarladı onu kardeşi Pelin. Fatih de onayladı. Aslında henüz ortaokula giden çocuklara bunları anlatmak ne kadar doğru kestiremiyordu ama dinlerlerken gözlerindeki ışıltı Fatih'i büyülüyordu. Anlatmadan yapamıyordu.

"Kardeşin haklı Can. Ben bir askerdim. Vatanımı savunmam lazımdı. Kavga ettiğimiz sırada düştü diyelim. Hak ettiğinden fazlası olmadı. Ama onun düşüşü virüsü engellemedi. Tüm dünya büyük bir sınav verdik. Balkonlardan çıkıp müzikler söyledik, kendimizi iyi hissetmek adına evlerimizde türlü türlü aktiviteler yaptık. Ekmeklerimizi bile evde yapıyorduk. İnternetlerde dolaşan saçma sapan akımlar, videolar neler neler..."

Yeniden o yıla gitmişti Fatih. Virüsün gelişiyle Martin davası da rafa kaldırılmıştı. Artık diken üstünde değildi ama geleceğini bildiği bir şeyi engelleyememek vicdanına dokunmuştu. Çoğu zaman güzel ailesine hüzünle bakardı. Deniz'in endişeli ama belli etmemeye çalışan gözlerindeki korkuyu her gördüğünde uykuları kaçardı. Bir şey yapamamak onları bu virüsten koruyamamak canını yakmıştı. Deniz'in en çok üzüldüğü şey de pastanesini virüs bitene kadar kapatmak olmuştu. Fatih onun ne kadar üzüldüğünü görse de tavrını bozmamıştı. Bozamazdı! Deniz'in hastalığı virüse yenik düşerdi. Onu korumak için iki yıl canla başla uğraşmıştı. Hayatında geçirdiği en kötü iki yıldı.

GÖÇEBE  2 TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin