Deniz bugün ne yatağından ne de odasından çıkmak istemedi. Kahvaltı yapmadı, ilaçlarını almadı. İstediği tek şey bu yorganın altında sonsuza kadar yatmaktı. Kalbindeki acı dinmiyordu. Aslında diniyordu, Fatih onu öptünde. Dinmişti evet bunu dün akşam deneyimlemişti. Bu yüzden hem kendine hem kalbine sinirliydi. Bir insanın kalbi, kendine kırılır mıydı? Deniz'inki kırılıyordu. Ne vardı yani onu unutsaydı? Neden bu kadar sevmek zorundaydı? Neden özlem duyuyordu? Neden gidip onu öpmek istiyordu. Bunlar tamamen kalbinin Deniz'in hayatına ihanet etmesi demekti. Deniz bunları yapmak istemiyordu ama ne Fatih'le nede Fatih'siz olabiliyordu. Ortada sıkışıp kalmıştı. Onu affedemiyordu. Yeniden terk edilmeyeceğine güvenemiyordu. Aklının karışıklığına karşın kalbi ne istediği konusunda çok netti oysa. Kalbi sadece Fatih'le olmak, ona sarılmak istiyordu. Ondan uzak kaldığı günler vücudu uyuşmuştu ama dünden sonra uyuşukluğu geçmişti. Fatih vücuduna temas ettiğinden beri içi sızlıyordu. Eli kolu bağlanıyor, yerinden kıpırdayacak hali kalmıyordu.
Düşüncelerinde boğulurken kapının tıklatılmasıyla yorganın altından çıkıp "Efendim anne." diye seslendi. Dün akşam sinirle eve gelip her yeri dağıttıktan sonra ailesinin onun için oldukça endişelendiğini biliyordu. Özellikle son zamanlarda kızlarındaki değişken tavrın nedenini merak ediyorlardı. Oysa Deniz kimseye bir şey açıklayabilecek durumda değildi.
"Deniz sabahtan beri oradasın artık lütfen dışarı çıkar mısın? Dün de iyi değildin. Beni korkutuyorsun."
"Çok iyiyim anne. Merak etme." dedi. Halbuki berbat göründüğünü biliyordu. Gözyaşları yanaklarında kurumuş olmalıydı. Saçları da epey dağılmıştı. Elleriyle saçını arkadan topladı. Annesine kapıyı açtığında annesi ona inanmayan gözlerle baktı.
"Oldukça iyi görünüyorsun."
Kaşları çatıktı ama Deniz'in daha fazla üzerine gitmemek için asıl gelme nedenini söylemeyi tercih etti.
"Ablan aradı. Acil onu araman lazımmış. Hayat memat meselesi dedi Deniz. Önemli bir şey olabilir."
Deniz sesli bir şekilde gülmeye başladı.
"Hayat memat meselesi mi? Hemen arıyorum. Bakalım canım ablam yine ne gibi bir dert örecek başıma." diyerek kapıyı annesinin suratına kapattı.
Gözlerini sildi, gülmesinin ve ardından gelen ağlama krizinin geçmesini bekledi. Nihayet kendini biraz daha iyi hissedince mantıklı düşünmeye başladı. Ablası onunla acil ne konuşabilirdi ki? Telefonu eline alıp bir süre öylece baktı. Tuş kilidini açıp açıp kapadı. Kalbi sıkıntıyla atmaya başladı. Kendine bu işkenceyi daha fazla yapmamaya karar vererek boğazını temizledi ve ablasını aradı. Telefonun hemen açıldığını duyunca da oldukça şaşırdı. Demekki ablasını telefonun başında bekletecek kadar önemli bir konuydu.
"Deniz! Ne yapıyorsun nasılsın?" dedi ablasının endişeyle karışık mahçup sesi.
"Çok iyiyim. El birliğiyle kararttığınız hayatımı toparlamaya çalışıyorum. İzin verirseniz."
Ablasının sustuğunu duyunca kendini kötü hissetti. Sonuçta hamileydi ve Deniz onu biraz fazla üzmüş olabilirdi. O yüzden konuyu çok uzatmamaya karar verdi.
"Annem acil bir şey söyleyeceğini söyledi. Ne oldu?"
"Evet Deniz acil bir durum var. Bugün Serdar diye bir adam aradı."
Serdar mı? Serdar neden ablasını aramıştı ki? Deniz iyiden iyiye meraklanıyordu.
"Serdar seni neden aradı ki?"
"Fatih onu aramış ve yarın Türkiye'ye gidip teslim olacağını söylemiş."
"Ne!"
Bu, resmen delilikti! Fatih eğer teslim olursa belki de ömür boyu hapis yatacaktı. Belki de başka ülkeye gönderilip sürgün edilecekti. Hatta belki infaz bile edilebilirdi. Kafasında komplo teorileri dönüp durdu. Kalbi acıyla attı. Deniz yüzünden mi teslim olacaktı? Deniz onu istemedi diye mi? Deniz eğer bu olasılıklardan biri gerçekleşirse ömür boyu vicdan azabı çekebilirdi. Boğazı kurudu. Ateşi çıktı. Düşüp kalmamak için yatağına çöktü.
"Olamaz. Bu, imkansız." dedi kısık sesiyle. Ablası onu duymamış olacak ki,
"Ne? Ne dedin? Deniz? Orada mısın? Bak durum ciddiymiş. Beni aradıklarına göre gerçekten de ciddi. Fatih belki de şu an çoktan yola çıkmıştır."
Deniz o an gerisini dinlemedi. Elindeki telefonu yatağa attığında,
''Deniz! Deniz!'' diyen ablasının sesini duymadı. Üzerindeki pijaması ve sabahlığıyla koşarak evinden çıktı. Annesinin arkasından seslendiğini de önemsemedi. Ayağındaki peluş terliklerle Fatih'in kapısına dayandı.
''Fatih! Orada mısın? Cevap ver. Kapıyı aç! Fatih?''
Deniz içeriden ses gelmeyince boşa zaman harcadığını anlayarak binadan çıktı. Yoldan geçen ilk taksiyi durdurdu. Taksici nereye gittiğini sorduğunda bilmediğini farketti. Böyle bir durumda nereye gidebilirdi ki? Aklına bir tek havalimanı geldi. Taksiciye adresi verdi ve stresle yerinde kıpırdanıp durdu. Fatih böyle bir şeyi nasıl yapardı? Deniz'i yeniden terk etmeyi aklından nasıl geçirebilirdi? Hayır, bu sefer Deniz buna izin vermeyecekti. Fatih hem kendi hayatını hem Deniz'in hayatını bir kere daha mahvedemezdi. Ayağını sabırsızlıkla sallayıp camdan dışarı baktı. Gözünden akan yaşlara engel olamıyordu. Fatih dün söyledikleri için gitmişti! Dün onu kovarken aklından kesinlikle ömrünü hapiste geçirmesini istemek geçmemişti. Fatih Türkiye'ye gitmeden onu durdurması gerekiyordu. Taksi durduğunda Deniz de arabadan hızla inip koşmaya başladı. Nereye olduğunu bilmeden oradan oraya gidip duruyordu. Herkesin ona baktığını hissediyordu ama önemsemedi. Ayağında terlikler olabilirdi. Üzerinde pijama ve alakasız bir sabahlık olabilirdi. Bu buz gibi havada donabilirdi. Hatta titreme nöbeti bile geçirebilirdi. Ama Fatih'siz kalamazdı! Havalimanının kapısından girdiğinde iki güvenlik önünü kesip ona yolcu değilse içeri giremeyeceğini açıklarken Deniz stresle yolcularla dolu olan havalimanına göz atmakla meşguldü. Güvenlik onu kolundan tutup dışarı götürmeye çalışırken Deniz eliyle koluyla hareketler yapıyor arkadaşının içeride olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Tüm bu çabasının boşa olduğunu anladığında dışarı çıktı. Henüz tane tane atıştırmaya başlayan yağmur damlaları dağınık saçlarını ıslatıyor bir kaç tutamını yanaklarına yapıştırıyordu. Havalimanı yolunun kenarındaki kaldırıma çöküp başını göğe kaldırdı. Kara bulutlar başına üşüşmüştü yine. Bu yağan yağmur kalbinin kurak topraklarına bir alev topu gibi düşüyordu. Havada bir uçak gördüğünde kendi kendine söylendi.
"Şu giden uçağın içinde miydin yoksa? Seni yeniden kayıp mı ettim? Gerçi sahip olamadığım bir şeyi nasıl kaybedebilirim ki? Ah Fatih! Neden böyle yapmak zorundaydın ki?"
Pes etmiş ve kaybetmiş bir edayla ayaklandı. Daha bu sabah Fatih'e sinirliydi ve ondan nefret ediyordu. Ama şimdi tek suçu kendinde buluyordu. Yeniden mutlu olmak için belki de bir şansları olabilecekken Deniz her şeyi berbat etmişti. Fatih, Deniz onu istemedi diye teslim olacak kadar çok seviyordu Deniz'i. Deniz taksinin onu bıraktığı yere doğru ayaklarını sürüye sürüye ilerledi.
Bir taksi aradığı sırada kolundan çekiştirilmesiyle tüm umutları bir yıldız gibi parladı. İşte geldi, diye düşündü. Gitmemişti demek.
"Para! Bayan para! Paramı ver!"
Deniz arkasını döndüğünde biraz önce indiği taksinin şöförünü görmesiyle yeniden yıkıldı. Ama o, yanına para almamıştı değil mi? Ne para ne telefon ne çanta! İçinden kendine ettiği küfürleri bastırarak adama parası olmadığını söyledi. Taksici o kadar sinirlendi ki anlayamadığı bir sürü şey söyleyerek onu sürüklemeye başladı. Deniz ona karşı koymaya çalıştı. Kolunu adamdan kurtarmak istedi ama adam öyle sıkı tutuyordu ki bu mümkün olmuyordu. Taksici onu zorla taksisine bindirmeye çalışırken arkasından birinin omzuna dokunmasıyla duraksadı. Bunu fırsat bilen Deniz hemen kolunu adamdan kurtardı ve taksiciyi kimin tuttuğuna baktı. Başında şapkası ve atkısıyla yüzü yarı yarıya kapalı olsa da Deniz ona sıcacık bakan o bir çift gözü nerede görürse görsün tanıyacağını biliyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇEBE 2 TAMAMLANDI
General FictionFatih ve Deniz'in aşkı hız kesmeden devam ediyor. Bakalım ikisi de düştükleri -düşürüldükleri- bu kör kuyulardan çıkıp aşklarına sarılabilecekler mi?..