Bölüm 2

495 41 2
                                    

Düştüğü boşluktan aniden yere çakıldığında, sıçrayarak derin bir nefesle gözlerini açtı Deniz. Gerçekten çakılmadığını anladı fakat gerçekten çakılmış gibi bedeni ağrılar içindeydi. Sanki uzun zamandır nefes alamıyormuş gibi hızlı hızlı soludu. Kollarını ve bacaklarını hissetmiyor gibiydi. Korkuyordu. Hareket etmek bu araftan kurtulmak istiyordu. Yüzünde yine o varlığını bildiği maske vardı. Oksijen maskesi.

Bu havayı solumayalı uzun zaman olmuştu. Hastane havası hastalıktan daha beterdi. Şu an hasta mıydı? Ne olmuştu? Ne zamandır yatıyordu? Neredeydi? Ve ne önemlisi Fatih yaşıyor muydu? Doğrulmaya çalıştığında bir ses makinelerin öten sistematik sesini böldü.

"Henüz değil."

Deniz kimin konuştuğunu göremiyordu. Boğazı yanıyor, konuşamıyordu. Felç mi kalmıştı?

"Ne oldu bana?" diye sordu. Heceleyerek. Bu basit sorunun onu böylesine zorlaması sinirlerini alt üst etti. Bir Allahın kulu ona su verecek miydi?

"3 haftadır bilincin kapalı bir şekilde uyuyordun." diyen soğuk sese inanmadı. Bu mümkün olamazdı!

"Ben," diyerek kollarından güç alıp kalkmak istedi ama kolları boşluğa çıkıp onu tekrar yatağa bıraktı. Neler oluyordu böyle?!

"Sana şimdi değil dedim. Birazdan doktor gelecek, seni kontrol edecek. Sonra da fizyoterapist. Çabuk iyileşmen için ne gerekiyorsa yapılacak. Kolların ve bacakların ve diğer her bir uzvun o kadar süre hareketsiz kaldı ki onları kontrol edememen normal korkma."

Deniz korkuyordu, hemde deli gibi. Bu ölmenin ötesinde bir şeydi. Araftı. Yaşıyor gibi değildi ama kalbi atıyordu. Acıyla. Son yaşadıkları şeyler hafızasına dolduğunda nefretle soludu. Bu dünyadan bu kadar nefret ederken nasıl yaşamak isteyebilirdi? Halbuki Deniz en çok yaşamayı severdi değil mi? Ona bunu yaşatanlar önce bu sevinci öldürmüştü.

Kadının dediği gibi birkaç dakika sonra doktor geldi. Kontrolleri yaptı. Serumlarını ve ilaçlarını yeniledi. Ardından Deniz derin bir uykuya gömüldü. Tekrar uyandığında bir nebze de olsa hareket edebiliyordu. Ardından fizyoterapistle beraber zorlanarak hareketleri yapmaya çalıştı. Her bir hareketi ona bir ömür gibi uzun ve ağrılı geliyordu. Sonunda o da çıktığında Deniz odada yalnız kaldı. Aklında o kadar çok soru, kalbinde o kadar çok acı vardı ki bu şekilde nasıl devam edebileceğini bilmiyordu.

Sonraki birkaç gün yine acı dolu geçti. Korkulu kabuslar, acılı hareketler, bedenini zorlayan zonklamalar, doktorlar ve fizyoterapistlerle geçen günler sonra Deniz artık yatakta oturur pozisyona gelebilmişti. Henüz ayakları onu taşıyamıyordu ama zorlayınca kollarını kaldırıyordu. Bu sürede ona bakan yemek yediren ilgilenen kızın kim olduğunu da merak ediyordu. Bunları severek yapmadığı belliydi. Yüzünde hep memnuniyetsiz bir tavır vardı.

Uyandığından beri ilk defa odayı inceleme fırsatı buldu Deniz. Küçük bir penceresi vardı ve odanın içinde banyo olduğunu tahmin ettiği bir kapı ve dolap vardı. Hastane odası gibi televizyon yoktu ama köşede duran eski bir koltuk vardı. Deniz kendini zorlayıp yatağında dikleşti. Bulanık beyni düşünemiyordu. Artık acıdan hissizleşmişti. Kalbi sakin ve isteksizce atıyordu. Kapısı çalındığında şaşırarak "Gir." dedi. Böyle bir durumda başka ne diyebileceğini bilemedi. İçeriye giren adamı gördüğü anda yataktan fırlamak istedi. Fırlayıp onun boğazına çökmek ve elleriyle boğmak istiyordu.

"Senin burada ne işin var?!"

"Sakin ol Deniz."

Adamın sesi en son duyduğuna göre daha yumuşaktı. Bakışları daha sakin, vücut dili daha rahat. Yine de bu, Deniz'in ondan nefret ettiği gerçeğini değiştirmiyordu.

"Yarım kalan işini mi bitireceksin? Yoksa bana o şırıngayı mı enjekte edeceksin?"

Deniz artık sadece ölümü bekliyordu. Başka hiçbir beklentisi kalmamıştı.

"Sana her şeyi anlattığımda daha sakin olacağını düşünüyorum."

Adam Deniz'in yüzüne onay almak ister gibi baktığında Deniz kararsız kaldı. Bir yanı dinlemek için can atarken öbür yanı sadece ölmek istiyordu. Sonunda karar verdiğinde kafasını salladı. Adam geçip odadaki tek sandalyeye oturdu.

"Sana en başından anlatmam gerekiyor ama bu detaylarla beynini bulandırmak istemediğim için kısa keseceğim. Sonuçta uzun bir uykudan uyandın ve hala kafan çok karışıktır. Bu arada iyi olmana sevindim."

Deniz ona güldü. Sinirleri o kadar yıpranmıştı ki doğru düzgün tepkiler veremez olmuştu.

"Gerçekten mi? Beni bu hale sen getirmiştin oysaki!"

Karşısındaki adam pişmanlıkla elini yüzünden geçirdi. Son gördüğüne göre çöken yanakları ve moraran gözaltı torbalarından adamın da iyi görünmediğini düşündü Deniz. Ve içinden daha beter olması için dua etti.

"Seni korumak için ona söz vermiştim ve yerine getirdim."

"Onu satarak mı?! O sana güvendi!"

Diye öfkeyle bağırdı. Ve hemen sonrasında uyandığından beri öğrenmek istediği tek şey döküldü dudaklarından.

"O, yaşıyor mu?"

Adam ona hüzünle baktı. Sonra, kafasını evet anlamında salladı. Deniz'in gözleri dolduğunda zorla da olsa titreyen ellerini birleştirip şükretti. Ona bir şey olmasından o kadar korkmuştu ki. Kalbinin acısı bir nebze de olsa dinmişti ama hala büyük boşluklar vardı.

"Neler oldu? Beni vurdun ama ölmedim. Neden? Neden beni öldürmedin? Neden ona ihanet ettin? Ülkeni sattın!"

"Ben ülkemi satmadım! Kimseye ihanet etmedim. Olması gereken oldu. Fatih açığa çıkmıştı. Benim devreye girmem gerekiyordu."

Deniz ona boş gözlerle baktığında adam derin bir nefes verip her şeyi baştan aldı.

"Fatih en son Toronto'ya gittiğinde zaten çoktan deşifre olmuştu. Martin denen adam onu öldürecekti. Bu kaçınılmazdı ama sonra plana ben dahil oldum. Gidip o manyak Martin'i buldum. Ülkemin onu desteklediğine inandırdım. Fatih'in sadece bir piyon olduğunu düşünmesini sağladım ama tabiki ben bile Fatih'i onun elinden almaya yetemedim. Bir atak bekliyordum. Fatih'i yakalayacaktı ve ben gidip Fatih'in işini bitirecektim. Böylece Martin bana güvenecek ve virüsle ilgili planlarını ele geçirecektim. Ama sen onun dikkatini çektin! Fatih'in zayıf noktasını böylece bulmuş oldu. Seni kullanarak ona daha fazla acı çektirecekti. Çünkü ona ait olan şeyi Fatih çalmıştı. Sen onun için kolay hedeftin. Böylece ilk seni kaçırdı. Bana henüz tam güvenmediği için her şeyi olup bittikten sonra öğrendim. Öğrenir öğrenmez yanınıza geldim. Fatih'in o adamla baş edebileceğini biliyordum. O virüse karşı koyabilirdi ama sen yapamazdın Deniz. Sen ölürdün hemen oracıkta can verirdin. Bu yüzden virüsü sadece Fatih'e enjekte etmesini sağladım..."

Serdar bir nefes alıp Deniz'e baktı. Deniz devamını istiyordu. Daha fazla şey duymaya ihtiyacı vardı. Bilmediği o kadar şey vardı ki her duyduğu bilgiyle yenileniyor gibiydi. Yine de karşısındaki adama inanmayan bir tarafı vardı. Şüpheyle baktı Serdar'a.

"Ama beni vurdun. Öldürmek istedin. Bu mu senin koruma anlayışın?"

"Eğer ben seni vurmasam Martin vuracaktı! Ben seni öldürmedim Deniz. Sadece Martin'in öldüğünü sanması için nabzının yok denecek kadar az atması için doğru noktadan vurdum. Bir kaç saniye nefes alamadın. Sonra nabzın çok yavaşladı. Martin ikinizin de işinin bittiğini düşündü. Böylece yoluna çıkan engelleri temizlemiş oldu."

"Peki Fatih? O nerede?"

"Bu işin biraz can sıkıcı kısmı işte." diyen adam stresle oturuşunu düzeltti.

"Kendi gözlerinle görmek ister misin?"

GÖÇEBE  2 TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin