Yavaş adımlarla yurdun kapısına doğru yaklaştım. Saat 03.19'tu. İlk defa bu kadar uzun süre kalmıştım stüdyoda.
Aslında bu sefer çalışmak için bu kadar uzun kalmamıştım. Bu sefer ki sebebim utançtı. Utancımdan yurda gelecek cesareti bulamamıştım. Hızlıca ceketimin cebinde anahtarı aramaya başladım. Ellerim boşlukla karşılaşınca durdum ve gözlerimi kapıya diktim. Nasıl yani?
Hızlıca eşofmanınım ceplerini kotrol ettim ama orada da yoktu.
"Siktir-"diye söylendim ve çantamı öne çekip içine bakmaya başladım. Lanet anahtar hiçbir yerde yoktu. Omuzlarımı düşürüp başımı yukarı kaldırıp gözlerimi devirdim. Gerçekten bir bu eksikti. Bu saatte birde dışarıda kalmıştım.
Aklıma gelen şeyle hızlıca bir iki adım geri çekildim ve yurdun ışıklarına baktım. Hepsi sönüktü. Herkes uyuyordu. İçimden kendime küfürler sıralarken cebimden telefonumu çıkardım ve Hyunjin'i aradım. Telefonu kulağıma koyup beklemeye başladım ama ne kadar çalsada açılmamıştı. Bu sefer Hyunjin'e küfür etmeye başlayıp Seungmin'in numarasını çevirdim. O da aynı şekilde sonuçlandı.
"Sikeyim- ne kadar kötü oda arkadaşlarım var!"
Sinirle Felix'in numarasını aradım bu sefer. Yongbok abisini kapıda bırakmaz. Telefonu kulağıma koydum ve gözlerimi Felix'in kaldığı odanın canıma çevirdim. Bir süre bekledikten sonra karşıdaki telefon açıldı.
"Hey Felix, anahtarımı kaybettim ve kapıda kaldım. Chan abime belli etmeden kapıyı açabilir misin? Azar işitmek istemiyorum."diye hızlıca konuştum. Bir süre cevap vermesini bekledim ama karşı taraftan ses çıkmadan telefon kapandı. Kaşlarımı çattım ve telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekranına baktım. Herhalde uykusunu böldüğüm için sinirlenmişti. Kapıya doğru yaklaştım ve beklemeye başladım. Kapı açıldığında tam Felix'e teşekkür edecekken karşımda gördüğüm kişi ile durdum. Hadi ama!
"Bir anahtara bile sahip çıkamıyorsun."diye söylendi Chan abim ve arkasına döndü. Sinir krizlerine girerken yumruklarımı sıkıp yüzüme doğru kaldırdım ve yüzümü tırmalar gibi yaparken çığlık atmamak için zor duruyordum. Gözlerimi devirdim ve peşinden içeri girdim.
"Üzgünüm, sanırım stüdyoda düşürdüm."dedim arkamdan kapıyı kapatarak. Ben hızlıca odama doğru ilerlerken o mutfağa doğru ilerlemişti. Bir süre arkasından baktıktan sonra hemen odama girdim. Kapıyı kapattım ve karanlıkta gözlerimi gezdirdim. Işığı açarsam çocuklar uyanabilirdi. Bu yüzden ellerimi öne doğru uzatıp bir şeye takılmadan ilerlemeye çalıştım. Tabii ki hüsran.
Yatağımın yanında duran dolabı hesaba katmadan karnımı çarptım ve ardından bağırışım yankılandı.
"Aaağh! Orospu çocuğu-"
Evet, orospu çocuğu, dolap.
"Abi ne oluyor?!"diye duyduğum ses ve ardından yüzüme tutulan flaş ile elimle gözlerimi koruyup Seungmin'in yattığı yere doğru döndüm.
"Bir şey olmadı, dolaba çarptım. Uykuna geri dön."diye fısıldayarak konuştuğumda bir süre bana baktıktan sonra flaşı kapatıp tekrardan yatağına uzandı. Elimi karnıma bastırıp ovuşturarak yatağıma geçtim ve ardından yatağa sırtüstü uzandım. Her tarafım ağrıyordu, bugün gerçekten çok yorulmuştum. Bir süre daha uzandıktan sonra yerimden kalktım. Hızlıca üzerimdeki tişörtü çıkardım, eşofmanımı da altımdan sıyırıp yatağa geri uzandım ve örtünün altına saklandım. Uyumak istiyordum, ama bugün bir şeyler bana engel oluyor gibi.
Birkaç kere pozisyonumu değiştirip uyumaya çalıştım ama hiçbir faydası olmamıştı. Oflayarak sırtüstü uzandım ve tavanı izlemeye başladım. Bu gece uyuma ihtimalim %00,5'ti. Yavaşça yerimde dikleştim ve yüzümü ellerimin arasına alıp ovuşturmaya başladım. Chan abime söylediklerim aklımdan bir saniye bile çıkmıyordu. Ne kadar da şımarıkça konuşmuştum, her şeyi daha da berbat hale getirmiştim.
Yavaşça yataktan kalktım ve dolaptan bir şort alıp giydim. Çocukların uyuduğundan emin olduktan sonra çekmeyi açtım ve telefon kutusunun altından sigara paketini çıkardım. Tekrardan çocukları kontrol ettikten sonra paketten bir dal alıp şortun cebine attım. Çakmağıda aldıktan sonra paketi aynı yere sakladım. Hızlıca odadan çıktım ve kapıyı yavaşça kapatıp balkona doğru ilerledim yavaşça. Mutfakta hala ışık yandığını görünce durdum ve oraya bakmaya başladım. Chan abim hala uyumamış mıydı? Sigara içme hayallerim yine suya düştü diye düşünerek mutfağa yaklaştım ve başımı uzatıp içeri baktım. Chan abim sandalyede oturmuş başını elleri arasına almıştı. Gözleri kapalı duruyordu ama uyumadığını biliyordum.
"Y-yine uyuyamıyor musun?"diye sordum sessizce. Titrek bir sesle konuştuğum için kendime küfür ederken dudağımın iç kısmını kemirmeye başladım. Bugün de harikasın Minho.
Başını ellerinin arasından çıkardı ve yorgun bakışlarıyla bana bakmaya başladı.
"Sen Felix'i aramadan önce neredeyse uyuyordum."dediğinde vücudum yanmaya başlarken başımı eğdim.
"Oh, üzgünüm."dedim sesim iyice kısılırken ve geriye doğru çekilip mutfaktan çıktım. Yavaş adımlarla balkona çıktım ve kapıyı kapatıp balkonunun köşesine ilerledim. Dolabın kenarında yere çöktüm ve cebimden sigara ve çakmağı çıkardım. Sigarayı yakıp içime dumanı çektim. Boğazımda yanma hissi oluştururken dumanın ciğerlerime ulaştığını ve yayıldığını hissettim. Dumanı geri verirken elimde tuttuğum sigaraya bakıyordum. Çok olmamıştı, yaklaşık 1 buçuk aydır kullanıyordum. Ve sürekli değildi. Uyuyamadığım zamanlarda bana yardımcı oluyorlardı. Sigara ve ona öldürücü gücü veren ateş. Onlarla iyi anlaşıyordum, ama yakın arkadaşım olmamaları gerektiğini biliyorum.
Sigarayı dudaklarıma götürüp bir duman daha çektim içime başımı yukarı kaldırıp burnumdan çıkardım dumanı. Dumanla oynamak eğlenceliydi.
"Kendini zehirliyorsun."
Duyduğum sesle hızlıca yerimde kıpırdandım ve balkonun camından beni izleyen Chan abimi görünce elim ayağıma dolaşmıştı.
"B-ben-"
"Sadece elindekini at Minho. Bir daha böyle bir şey görmek istemiyorum. İçeceksen bunu yurtta yapma. Kötü örnek olmaya mı çalışıyorsun?"diye gözlerini kısarak konuştuğunda bir süre yüzüne baktıktan sonra hızlıca ayağa kalktım ve sigarayı balkondan aşağı attım.
"Bir kere olsun beni düşündüğünü sanmıştım."
"Bu konuyu çoktan kapatmadık mı?"dediğinde başımı başka bir yöne çevirdim. Neyi ümit ediyorsam?
"Böyle kötü alışkanlıklar edinerek seni tebrik etmemi istemeyezsin benden. Sigara içiyorsun diye sana aferin Minho iyi iş çıkardın dememi mi bekliyorsun?"diye hızlıca konuştuğunda başımı ona doğru çevirdim.
"Bundan bahsetmediğimi biliyorsun."
"Minho."dedi ve elini cama yaslayıp bana bakmaya başladı. Gözlerini dikkatlice üzerimde gezdirdi ve ters bir şekilde güldü.
"Ne sen benim tek çocuğumsun, ne de ben seni pohpohlamak zorunda olan annenim. Şımarıklığı bırakman gerekiyor."dediğinde gözlerinin içine bakarken sertçe yutkundum. Gözlerini gözlerime kenetlediği anda gözümden bir yaş süzüldüğünü hissettim.
"Jeongin bile senden daha olgun davranıyor."diye tekrar konuştuğunda tekrardan yutkundum. Neden bana bunu yapıyordu, beni sevmiyor muydu? Belki de benden hazetmiyordu. Belki de gitmeliyim.
"Üzgünüm."dedim yumruklarımı sıkarken.
"Bence de, üzgün olmalısın."dediğinde gözlerimi gözlerine çevirdim. Gözlerinin içine baktığımda hızlıca bakışlarını kaçırdı.
Ona neden aşıktım? Her seferinde canımı daha çok yakan birisine neden aşıktım?
