"Abilerim, beni arada bırakmayın!"
Hyunjin koridordan bağırdığında oflayıp gözlerimi devirdim ve telefonumdaki oyunu oynamaya devam ettim. Herhalde Chan yine onu kısıtlamaya başlamıştı.
Aramızdaki çekişme iyice büyümüştü. Chan herkesi kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Evet, önceden benden nefret etmiyorsa da artık kesinlikle ediyordu. Bende hastalıklı gibi hala onu gördüğümde heyecanlanıyordum.
"Yemek hazır! Şu lanet oyununuzu duraklatın ve yemeğe gelin!"diye tekrar bir bağırma sesi duydum. O da Felix'ti.
Chan'ı bilmem ama ben kesinlikle oyun oynamıyordum. Bu beni daha çok kırıyordu. O çok eğlendiği oyununa devam ederken kendimi daha da berbat hissediyordum. Ve o bunu farketmemeye devam ediyordu.
Omuzlarımı düşürüp telefonumu yatağa fırlatıp bıraktım ve odadan çıktım. Mutfağa ilerlediğimde gördüğüm manzara ile durdum. Herkes yerinde oturup yemeğe başlamıştı, ben hariç. Çünkü yerim doluydu!
Her zaman oturduğum yerde, benim yerimde Jessi oturuyordu. Tabiki yer kavgası yapmayacaktım. Ama orası benim yerimdi. Oraya oturduğumda herkesi tam olarak görebiliyordum ve bu beni rahatlatıyordu. Herkesin tam olarak doyduğundan emin olabiliyordum. Ama şu an o benim yerimde oturuyordu ve her zaman oturmama rağmen benim aksime Chan'la çok yakın görünüyordu.
"Minho abi, gel buraya otur."diye duyduğum ses ile başımı Jeongin'e çevirdim. Gülümseyerek eliyle yanındaki sandalyeyi patpatladı. Hızlıca o tarafa geçip oturdum ve karşımda kalan Chan ve Jessi ikilisini görmemeye çalıştım. Ama çok zordu. Hatta imkansız gibiydi. Onlar karşımda kıkırdaşırken öylece orada oturup yemeğimi yiyemezdim. Gözlerimi masada ve çocuklarda gezdirdim.
Jisung, Felix'e soğuk davranıyordu. Felix'te onun davranışlarını çözmeye çalışıyordu. Hiçbir şeyin farkında değildi. Jisung dün gece, bana ve Changbin'e söylemişti Felix'e karşı bir şeyler hissettiğini. Ama Felix fazlasıyla kör ve saf biriydi. Avusturalya'lılarda ciddi bir sıkıntı olmalı.
Yavaşça yanımda oturan Jeongin'e çevirdim. İştahla yemeğini yiyordu. Gülümsedim ve elimi kaldırıp dağınık saçlarına geçirdim. Yanakları şişik bir şekilde gözlerini bana çevirdiğinde gülümsedim ve saçlarını karıştırdım. Başı aşağı doğru düşerken kaşlarını çattı ve homurdanmaya başlarken ağzındakini çiğnemeye çalışıyordu.
"Abi!"diye söylendiğinde gülümsemem büyürken gözlerimi tekrardan önüme çevirdim.
"Efendim Jeongin?"diye gelen sesle ikimizde başımızı kaldırıp karşımda oturan Chan abime baktık.
"Ah, Minho abime sesleniyordum."dediğinde Jeongin, Chan kafasını salladı ona ve gözlerini tekrardan Jessi'ye çevirip gülümsedi. Ne güzel gülüyordu öyle, bana asla vermediği gülümseme. Yüzüne çok güzel yakışıyordu. Berbat günümü aydınlatıyordu, benim için olmasa bile. Benim için olsa nasıl hissederim hayal bile edemiyordum. Dirseğimi masaya yasladım ve elimi yanağıma koyup onu izlemeye devam ettim. Göz altları şiş duruyordu, yine mi uyuyamamıştı yoksa? Bazen onu yatağa bağlayıp uyuması için zorlamak istiyordum. Cümleye böyle girince fesatlaştınız değil mi? Ayıp diye bir şey var ben öyle bir insan mıyım?
Telefonum çalmaya başladığında gözlerimi ondan ayırdım ve masanın üzerindeki telefonuma çevirdim. Ekrandaki ismi görünce moodum yere düşerken hızlıca telefonu elime aldım ve yerimden kalktım.
"Nereye?"diye duyduğum sesle durdum ve başımı masaya çevirdim. Hepsi durmuş merakla bana bakıyorlardı.
"Telefonla konuşacağım."dedim ve bir cevap beklemeden hızlıca balkona çıktım. Kapıyı kapatıp köşeye geçtim ve telefonu açıp kulağıma koydum.
"Ne var?"
"Ne yapıyorsun oğlum?"diye duyduğum sesle gözlerim sinirle seğirdi.
"Oğlum deme bana."diye tıslayarak konuştuğumda bir süre cevap vermedi.
"Seninle konuşmam gerekiyor."
"Hayır, konuşmamız falan gerekmiyor. Arama beni daha fazla."dedim ve telefonu kulağımdan indirdim.
"Dur, dur kapatma. Dur lütfen!"dediğini duyunca telefonu tekrardan kulağıma koydum.
"Ne var ne?!"diye sinirle konuştuğumda bir süre yine sesi gelmedi.
"Sana ihtiyacım var Minho. Annene ihtiyacım var, size ihtiyacım var. Lütfen bana sırt çevirmeyin."dediğinde histerik bir şekilde güldüm.
"Sana sırt çevirmeyelim mi? Onu bizi terketmeden önce, hayatımızı mahvetmeden önce düşünecektin. Uzak dur bizden. Arama bir daha."dedim ve telefonu tekrardan kulağımdan çekip bu sefer beklemeden hızlıca telefonu yüzüne kapattım. Yüzsüz herif, birde kalkmış size ihtiyacım var diyor!
Telefonu cebime soktum ve balkonun kenarına tutunup aşağı bakmaya başladım. Atlasam ne olurdu, ne kadar sürede ölüp kurtulabilirim?
"Abi?"diye duyduğum sesle dikleştim ve başımı balkonun kapısından bana bakan Jeongin'e çevirdim.
"İyi misin? Bir sorun mu var?"diye sorduğunda dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.
"Hayır, sorun yok."dedim ve başımı gökyüzüne çevirdim. Hava bugün güzel görünüyordu. Tam dışarı çıkıp temiz bir hava alıp kafa rahatlatmak için ideal bir havaydı. Sanırım kafamı boşaltmak için bir yerlere gitmeliyim.
"O zaman neden bu kadar üzgün görünüyorsun?"diye konuşup yanıma yaklaştığında başımı ona doğru çevirdim.
"Öyle mi görünüyorum? Hiç farkında değilim."dedim histerik bir şekilde gülerek.
"Yoksa Chan abi seni yine mi üzdü?"dediğinde yüzümdeki gülümseme yavaşça solarken ona bakmaya devam ettim.
"O da nereden çıktı öyle?"dediğimde dudaklarını büzüp omuzlarını silkti ve balkonun kenarına yaslanıp bana bakmaya devam etti.
"Yalan mı? Chan abi seni sürekli kırmıyor mu?"dediğinde bir süre cevap vermedim. O her şeyin farkındaydı, o farkındaysa diğerleri de farkındadır değil mi?
Derin bir nefes aldım ve başımı dışarı doğru çevirdim. Bir süre dışarı baktıktan sonra gözlerimi tekrardan ona çevirdim tekrardan gülümsedim.
"Yok öyle bir şey, gayet iyiyim. Merak etme."
♡♡♡
Bölümler çoktan hazır olduğu için sürekli paylaşasım geliyor. Bunlar geçiş bölümü olduğu için art arda yolluyorum xşsndşsmdşad