GİRİŞ
Doğan Güray sallanan sandalyesinde arkasına yaslanmış neşe içinde konuşan dört torununu izledi. Dünyadaki seksen dördüncü yılının ilk gününü yaşayan Doğan yakışıklı bir adamdı ve yakışıklı hemen her erkek gibi- elbette- güzel kadınlara düşkündü. Her anlamda. Bu düşkünlüğü ona güzel ve yakışıklı çocuklar ve onlardan daha güzel ve yakışıklı torunlar bahşetmişti -kendisi de bir antikayı andıran eve, evin görkemine uyan bahçeye, büyük havuza, kapısı açık garaja baktı ve içten içe gülümsedi, bu düşkünlüğü ona sahip olduklarının tamamından daha gurur verici şeyler bahşetmişti
Dört kadından en küçüğü olan Saye elinde doğum günü pastasından kalanı mutfağa taşırken hararetle kuzenlerine bir şeyler anlatıyordu. Doğan yirmi yedi yaşındaki ele avuca sığmaz hırçın torununun artık genç bir kadın olduğunu fark etti. Saye arkasını döndü ve siyah saçları kırmızı elbisesinin açık bıraktığı omuzlarına yayıldı. Ellerini beline koyup onu taklit etmeye cür'et eden siyah saçlı kuzenine sarı renkli gözlerinden öfke kıvılcımları saçarak baktı.
Doğan, karşılıklı durmuş birbirleriyle şakalaşan iki torununa baktı. Nil ona ne kadar benziyorsa, Saye da o kadar farklıydı. Nil, uzun boyu, koyu mavi gözleri ve siyah saçlarıyla Güray soyunun tipik bir örneğiydi. Sayeyse bir altmışlık boyu bronz teni sarı gözleriyle tıpkı tabiatı gibi vahşi bir kediyi andırıyordu. Nil şakayla karışık elindeki tabağı havaya kaldırdı ve Saye'ye doğru savurdu- Doğan, tehdidin büyük ölçüde gerçeği yansıttığının farkındaydı. En büyüklerinden olan İklim atışan kuzenlerine bir şeyler anlatmak için araya girmeye çalıştı, aralarına girdi bir şeyler söyledi ve nazikçe gülümsedi, işini bilen kadınlara has o alışmışlıkla dalaşan kuzenlerini ayırmış konuşmanın istediği seyre dönmesini sağlamıştı.
O gün seksen dördüncü yaşının ilk günüydü ve beş çocuğundan ikisi ve on üç torunundan sekiz tanesi onun yanındaydı, diğerlerinden bazıları Doğan'ın olmasını arzu ettiği yerlerde, bazıları da değildi.
Mercan kuzenlerinden ayrılıp çimlerin üzerinde yumuşak adımlarla yanına ilerlerken Doğan göğsünü kabartan bir gurur hissetti.
"Dedeciğim" Mercan eğilip yanağına ıslak, sulu bir öpücük kondurdu "Ne yapıyorsun burada tek başına?"
"Sizi izliyorum" Elini uzatıp yanına oturmasını işaret etti. "Güzel kadınları seyretmeyi severim."
"Dede!" Mercan, zaten iri olan gözlerini kocaman açtı ve bir Yunan adasında kalbini çalan o İngiliz kızına benzedi. Bakır rengi saçları ve menekşe rengi gözleriyle Suzanne ilk bakışta kalbini çalmıştı.
Farkında bile olmadan "Suzie'ye öyle benziyorsun ki" diye mırıldandı.
"Bu seni üzüyor mu, peki?" Suzanne ilk ve tek çocuğunu doğurduktan birkaç ay sonra evliliklerinin ikinci yılında ölmüştü.
"Neden üzsün? Suzie çok güzeldi, ona benzediğin için mutluyum." Göğsünden gelen bir şekilde kıkırdadı "O çirkin babana da benzeyebilirdin."
"Ah, dede" dese de Mercan gülümsemesini bastıramadı. Damadı yaşayan- muhtemelen yaşamış ve yaşayacak olan - en çirkin erkekti ve bu herkesçe kabul edilmiş bir gerçekti. "Ama Lal anneanneme benden daha fazla benzeyecek galiba."
Haklı olabilirdi, Mercan'ın saçları küçük kardeşinden daha sarıydı ama küçük kız da Güray gözleriyle anneannesinin mirasından uzaklaşmıştı. Yine de Mercan ve Suzie arasındaki asıl benzerlik fiziksel olmanın ötesindeydi. Suzie'nin de tıpkı torunu gibi geçimsiz kabuğunun altında kırılgan bir yan vardı.
"O çocuk bir Güray kızım, gözünü kırpmadan bir dünya savaşı çıkarır sonra da oturup tatlısını yer."
"Ben bir Güray değil miyim yani? Ben de bir Güray'ım." Menekşe rengi gözleri tehlikeli bir şekilde kısıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bize Aşk Lazım (Mükemmel Planlar Serisi 1)
RomanceSıradan bir aile ziyareti ne kadar karışabilir ki? Peki ya sıradan bir iş anlaşması? Mercan Yavuz biraz şaşkın oldukça sakar olsa da kuzenleri, işi ve köpeğiyle yeterince mutluydu. Aşka kimin ihtiyacı vardı ki... Mercan'ın değil. Aşk denenmiş, başar...