Mercan üzerinde bir çift koyu mavi gözün dikkatli bakışlarını hissedebiliyordu. İstanbul'a döneli iki gün olmuştu ve iki gün boyunca Lal'in bütün ilgiyi üzerine çekme konusundaki üstün başarısı sayesinde dedesinin dikkati Mercan'dan uzaklaşmıştı.
Ama buraya kadar.
"Gel bakalım, torunum seninle geldiğinden beri hiç konuşmadık."
Dedesi cevap beklemeden koluna girdi ve limon ve mandalina ağaçlarının arasından geçerek onu havuzun kenarına konulmuş hasır koltuklara yönlendirdi. Yaşlı adam, yaşlı bir adam için fazla hızlı yürüyordu. Seksen dört yaşında olmasına rağmen hâlâ dimdik duruyordu. Kırlaşmış koyu renk saçları ve yaşlılık benleri serpilmiş bembeyaz teninde koyu safirler gibi parlayan mavi gözleriyle hâlâ çok yakışıklı bir erkekti.
Dedesi, Mercan kendini bildiğinden beri dış görünüşüne özen göstermişti ve etrafındaki insanlardan da o şekilde olmalarını beklerdi. İnce, uzun fiziğini bu yaşında bile hâlâ katı bir şekilde sürdürdüğü diyetine ve düzenli yaptığı yürüyüşlere borçluydu.
Gri bir kumaş pantolon, gözlerinin rengini meydana çıkaran mavi bir gömlek giymiş, gömleğin üst düğmeleri açık bırakılmış yakasına gri-siyah-bordo ekoseli bir fular sokulmuştu. Dedesi, ceketler ve yeleklerden vazgeçebilirdi ama yaz ya da kış ipek fularlarını mutlaka takardı. Siyah ayakkabıları yepyeni ve tertemiz görünüyordu. Doğan Güray, torunlarıyla geçirdiği sakin bir akşamüstünde bile kusursuz görünüyordu.
"Otur, bakalım Mercan Hanım" diye karşısındaki koltuğu işaret etti.
Mercan otururken sessiz bir komut almış gibi genç bir hizmetçi elinde çay tepsisiyle ortaya çıktı ve ikisinin arasındaki sehpaya üzerinde zarif çiçek desenleri olan beyaz porselen bir demlik ve demlikle bir örnek iki çay fincanı yerleştirildi. Onları porselen tabaklarda sunulmuş küçük kekler, bisküviler, tuzlu kurabiyeler ve kanepeler izledi. Sanki biri ne ikram edeceğine karar veremeyip mutfaktaki her şeyi tepsiye koymaya karar vermiş gibi.
"Sen gidebilirsin, Zeynep kızım. Servisi Mercan Hanım yapar."
Mercan üstü kapalı ricayı kabullenip koltuğundan kalkıp çayları doldurdu ve yiyecekleri tabaklara koydu.
"Anlaşılan Zeliha Hanım'ın gözüne biraz zayıf göründün" diye gülümsedi dedesi "Seni önümüzdeki birkaç yıl iyice beslemeye kararlı gibi görünüyor."
Bursa'ya yaptığı yolculuktan iki gün boyunca bu ilk söz edişiydi ve Mercan tabağını masaya koyarken elinin titremesine engel olamadı. Ama bu sefer, büyük bir şans eseri- ya da talihli bir tesadüf sonucu- tabağı tek parça halinde olması gereken yere koymayı başardı.
Dedesi insaflı bir adam olarak tanınmasa da torunlarına karşı her zaman müsamahakâr davranmıştı ama o kadar da değil. "Başına gelenlerle ilgili bana anlatmak istediğin bir şey var mı?"
"Başıma gelenler mi?" diye kekeledi.
İşte yakalandın. Yalancının mumu neye kadar yanıyordu? Hatırladın mı?
"Yüzünde morluklar var, kızım." Dedesi bakışlarını dikkatli bir şekilde rengi solmuş morluklarda gezdirdi.
Ha o başıma gelenler. Mercan tuttuğu nefesi geri verdi. Kısa bir anlığına da olsa dedesinin evliliği konusunda bir şeyler bildiğini sanmıştı.
Dedesinin yoğun, sorgulayıcı bakışları altında gülümsemeye çalıştı. "Bursa'ya gitmeden önce, şirkette merdivenlerden düştüm" dedi. Tekrar başarısız bir gülümseme denemesi daha "Biliyorsun işte, her zamanki sakarlıklarım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bize Aşk Lazım (Mükemmel Planlar Serisi 1)
RomansaSıradan bir aile ziyareti ne kadar karışabilir ki? Peki ya sıradan bir iş anlaşması? Mercan Yavuz biraz şaşkın oldukça sakar olsa da kuzenleri, işi ve köpeğiyle yeterince mutluydu. Aşka kimin ihtiyacı vardı ki... Mercan'ın değil. Aşk denenmiş, başar...