Güven, arabadan inip babasının arkasından yürüdü, yanında söylenen Buğra'ya aldırmadan.
"Hayır, anlamıyorum ki bu ne şimdi." Buğra kravatını düzeltip takım elbisesinin ceketini ilikledi "Alt tarafı bir anlaşma imzalayacağız. Görsen adama resmen zorla davet ettirdi kendi. Yaşlandıkça huyu suyu değişti bu adamın, doktora falan mı göstersek acaba?"
"Yemin ediyorum, kocakarı gibisin Buğra. İki dakika sussan kıyamet mi kopacak?"
"Sen de baban kadar huysuzsun."
"Senin annen de dünyanın en mülayim kadını zaten."
Buğra'nın yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi "Benim annem bir tanedir."
"Dünyanın geri kalanı için iyi bir haber bu."
"Arar söylerim ama" Buğra eline telefonu alıp şakasını bir adım ileri götürmeye niyetlendi.
"Ara." dedi Güven kardeşine meydan okuyarak "Sana inanmaz ki. Sen onun yalancı oğlusun, bense söz dinleyen, akıllı evladıyım."
"Bütün yalanları söyleyen senken niye bütün ihale benim üzerime kalıyor."
"Senden daha zeki olduğum için."
Güven, büyük bir bahçe içine inşa edilmiş, üç katlı binanın kapısı açılınca adımlarını hızlandırıp babasına yetişti. Kapıda babasının elini sıkan adamın Tarık Yavuz olduğuna karar verdi. Adamın altmışlarında olduğunu düşündü. Ortadan biraz daha uzun boylu adamın iri bir fiziği vardı. Kalın kaşlarının altında dikdörtgen çerçeveli, koyu renk camlı bir gözlük vardı. Koyu renk bıyıkları dudaklarının tamamını kaplasa da çenesi sakalsızdı. Ceketi şişkin göbeğinin üzerinde tek bir düğmeyle iliklenmişti. Tarık, iyi dikilmiş pahalı bir takım elbise giymiş olsa da karısı için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Üstündeki siyah elbise iyi bir terzinin elinden çıkmış gibi görünse de üzerinde durmakta zorlandığı rugan ayakkabıları bir zürafanın boynunu andırıyor, elbisenin yarattığı tüm olumlu etkiyi hiç çaba sarf etmeden bozuyordu.
Güven'in ilk dikkatini çeken kadınla adam arasındaki yaş farkı oldu. Kadının duruşunda bir bayağılık göze çarpsa da kesinlikle güzel bir kadındı. Boya olmadığı belli olan koyu sarı saçları omuz hizasında kesilmiş ve kabarık bir şekilde fönlenmişti. Kulakları, boynu ve bilekleri evde yenecek bir yemek için fazla abartılı kaçan bir dizi pırlantayla süslenmişti.
Tarık "Eşim, Ruhnur Hanım" diye kadını tanıtırken, kadının el sıkışmak için uzattığı sol elinde Afrika'daki açlık sorununu kökünden çözebilecek kadar büyük bir pırlanta yüzüğün ışıltısı bahçedeki spot lambalardan yansıyarak Güven'in gözünü kamaştırdı.
Güven kendisinden beklenildiği gibi kadının elini sıkıp "Memnun oldum, Ruhnur Hanım" dedi.
Benzer sahneler Buğra'yla da yaşandıktan sonra içeri girdiler. Yaşamı boyunca Güven pek çok eve girip çıkmış, parayla satın alınabilecek pek çok güzel eşya görmüş, bir o kadar da niye para verildiği anlaşılamayan kötü eşya görmüştü ama bu kadarını bir arada asla görmemişti.
Kapının hemen girişinde onları otobüs tekerleği büyüklüğünde, melek figürleriyle süslü varaklı bir ayna karşıladı. Varaklı aynaya holü aydınlatan swarovski taşlarla süslü avize eşlik ediyordu.
Birileri bu kadar parıltının yeterli olmadığına karar vermiş olacak ki sağa sola irili ufaklı bir sürü mum konmuş ve tamamı yakılmıştı. Evin içinde yoğun, iç bayıcı bir koku olduğunu fark etti, biraz daha dikkat edince manolya kokusu olduğunu anladı. Salona doğru her adım attığında manolya kokusu giderek keskinleşiyordu ve salona girdiğinde kokunun kaynağı anlaşıldı. Salonda yere ve sehpaların üzerine konulmuş vazolarda demet demet manolya vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bize Aşk Lazım (Mükemmel Planlar Serisi 1)
RomanceSıradan bir aile ziyareti ne kadar karışabilir ki? Peki ya sıradan bir iş anlaşması? Mercan Yavuz biraz şaşkın oldukça sakar olsa da kuzenleri, işi ve köpeğiyle yeterince mutluydu. Aşka kimin ihtiyacı vardı ki... Mercan'ın değil. Aşk denenmiş, başar...