Odamdan çıkmam gerekiyordu.
Hayatımın hangi noktada olduğunu öğrenmeli ve artık yaşayacağım bu hayata uyum sağlamalıydım. Ama öncelikle bir daha geçmişe gidip gitmeyeceğimi öğrenmeliydim. Elimdeki iş kartını sıkıca tutarken geçmişim geleceğim o kadar karışmıştı ki hangi anılar gerçek hangi anılar sahte anlayamıyordum. Ama önce yeniden yolculuk yapıp yapmayacağımı öğrenmeliydim. Üstelik ben hangi zamandaydım?
Elimdeki giriş kartını koltuğun üstünde duran beyaz bir çantanın içine koydum. Masanın ilerisinde yer alan takvim gözüme çarptığında dudaklarım bir gülümseme ile kıvrıldı. Tanrım... Kırk yaşında değildim. Şuan otuz yaşındaydım ve önümde uzun yıllar vardı. Yirmi yedi... Bir şeyleri değiştirebilir, hayatımı çok geçmeden yeniden inşaa edebilirdim.
Hayatımı daha iyi ve değerini bilerek yaşayacaktım.
Kapıyı hızla açtığımda koridorda kapıya vurmak üzere elini kaldıran Sibel ile yüz yüze geldim.
Gülümseyerek bana baktığında kalbimin ısındığını hissettim. Kardeşim yanımdaydı. "Abla uyanmışsın, bende kahvaltı için seni çağırmaya gelecektim," dedi.
Ona baktığımda bana hala aynı sevgiyle baktığını gördüm. Eskinin kırgınlıkları gözlerinden silinmiş gibiydi. Ona doğru bir adım atıp sıkıca sarıldım.
"Seni çok seviyorum kardeşim," dedim sarılırken. O da bir an için şaşırsa da bana sımsıkı sarılarak karşılık verdi. Onunla olan eşsiz bağıma önem verecektim. Artık ne bir iş ne de bir erkek ailemle arama giremezdi. Onlar benim en değerli varlığımdı. Kıymetlerini bilecek ve her daim ailemin yanında olacaktım. Onları hiçe saydığım adam beni bir kenara atmış gururumla oynamıştı. Ondan nefret ediyordum ama bunların değişmesine neden olan kendimden daha çok ediyordum.
Sibel sevgi gösterimin yarattığı şaşkınlıktan sonra konuşmaya başladı. "Bende seni seviyorum ablacım, ama sen iyi misin?"
Onun sorusu karşısında gülerken gözlerimin yaşardığını fark ettim. Kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum. Geri çekildiğimde gözlerimden akan yaşları gülümserken sildim. Dışarıdan delirmiş gibi görünüyor olmalıydım. Kimbilir onlar için ne kadar zaman geçmişti. Oysa ben iki kere geçmişi değiştirmiştim. Şimdi ise kendi zamanımı bulmuştum ve hayatımı elimdekileri kullanarak yeniden inşaa edecek gerekirse her şeye en başından başlayacaktım.
"Haydi kahvaltıya gidelim," dedim sıcak bir gülümsemeyle ve Sibel'i beklemeden merdivenlerden hızla inmeye başladım. Annemin babamla konuşmasını duyabiliyordum. Sonra salondan çıkıp mutfağa gitmek için merdivenlerin yanından geçen abimi gördüm. Kucağında bir bebek vardı. Onu öyle görünce sevinç çığlığı atmadan edemedim. Savaş ise adımlarını şaşırıp bana döndü.
"Delirdin mi sen?" diye sordu kaşlarını çatarak ama dudağının kenarı çoktan bir gülümseme için kıvrılmaya başlamıştı. "Yeni gelen popülerlik senin aklını başından almış olmalı."
Onun ne dediğini umursamadım. Hatta o an duyduğumdan bile emin değildim. Son basamakları hızla inip abimin karşısına geçip siyah saçlı, tatlı bebeğe baktım.
"Aman Tanrım bu benim yiğenim mi?"
Savaş benim abartılı tepkim karşısında gözlerini devirdi. "Barış'ı her gördüğünde bu kadar taşkın davranmak zorunda mısın?"
Bir an yiğenimin ismini doğru duyup duymadığımı düşündüm. Sonra onun ciddi olduğunu anladığımda kahkahama engel olamadım. "Demek kendi isminin tam zıttını oğluna verdin demek?"
Savaş bebeği omzuna yerleştirip ağır ağır sırtını sıvazladı. "Bana benzemez diye düşündüm. Bu aile iki tane benden kaldıramazdı," dedi gülümseyerek. "Hem sen nasılsın? Yaptığın olay röportaj sayesinde baya ünlendiğini duydum."
Kaşlarım çatıldı. Her ne kadar geçmişi değiştirsem de bu hayatıma dair yaptığım hiçbir şey anılarımda yoktu. Bu beni açıkçası korkutuyordu. Ama pes etmeyecektim. "Hangi röportajım acaba?" diye sorarken abimin kaşlarının çatıldığını gördüm. Sonrasında hemen ekledim. "Birçok röportaj yapıyorum acaba hangisinden bahsediyorsun?"
Savaş benim sorum karşısında gülümsedi. "Hala övülmek istiyorsun demek. Tabi ki ünlü yıldız Cenk ile yaptığın röportajdan bahsediyorum," dedi. Ama Cenk'ten sonrasını duymamıştım. Bir yere oturmam gerekiyordu. Sendeleyince Sibel hemen yanıma geldi.
"Abla gel salonda otur biraz. Seni gördüğümden beri iyi değilsin."
Savaş halimi ciddiye almayıp kahkaha attı. "Şöhretten başı dönmüştür. Ne de olsa Cenk ile röportaj yapabilen tek gazeteci oldu."
Demek onunla röportaj yapmış onunla konuşmuştum. Muhtemelen beni ve yaşadıklarımızı hatırlamıyordu. Eminimki sadece aynı lise de olduğumuz için benimle görüşmeyi kabul etmişti. Yine de onu görmek onunla konuşmak istiyordum. Her ne kadar onunla röportaj yapmış olsam bile ikimizin arasında uçurumlar vardı. Bİr daha ne zaman görüşebilirdik bilmiyordum.
Bir dakika.
Odamda gördüğüm parti daveti işimi görebilirdi. Ne de olsa bu onun albüm partisiydi. En azından kendi hayatıma devam etmeden önce onu son kez yakından görebilir, sesini duyabilirdim. Tanrım onu özlüyordum ve yanında olmadan nasıl dayanacaktım emin değildim.
Sibel beni salondaki koltuğa oturttuğunda nefesini içine çektiğini duydum. "Bu telefona ne oldu böyle?" diye sordu şaşkın bir halde. Bakışlarımı sarı telefona çevirdiğimde onun iki parçaya bölündüğünü gördüm. Demek yolculuklarım buraya kadardı. Artık başka zamana gidemezdim. Bu nedense kalbimin acımasına neden oldu. Ruh eşimi geride bırakmıştım ve o değişen zamanla benden uzaklamıştı.
Annemler Sibel'in çağırması ile telefona bakmak için geldiklerinde orada değilmişim gibi davranmak için elimden geleni yaptım. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Sadece oturmak ve olanları düşünmek tek istediğimdi ama ailem çok geçmeden etrafımı sarmış ve yemek masasında otururken şen kahkahalarla etrafım sarılmıştı. Ailem her zaman derdimi, karanlığımı söküp atıyordu.
Kahvaltıdan sonra Savaş bebeği anneme bırakıp işe gitmek için evden ayrılmıştı. Eşi çoktan işe gitmişti. Onu görmediğim için üzülmüştüm ama artık bu zamandaydım. İstediğim zaman görebilirdim. Sibel'de çalışmak için evden ayrıldığında kendimi odama attım. Telefondaki mesajlarımdan ve ajandamdan yazılanlara bakılınca katılmam gereken parti dışında yapmam gereken bir şey yoktu. Geriye hazırlanmak kalıyordu.
Müzik dinlemek istiyordum ama o zamanın müzikleri ruh halime uymayacaktı. O yüzden odamın içerisinde uzun bir arama sonrasında bulduğum teyibe sevdiğim karşıların olduğu kasedi taktım ve odayı dolduran I think we are alone now şarkısının melodilerini bir koku gibi içime çektim. Kendi kendime dans ederken dolabımdaki kıyafetlerini bir bir yatağıma fırlatıyordum. Belli ki bu zamandaki ben oldukça zevksizdi. Eh onun geçmişe dönmek istemesinin nedeni Kerim'e duyduğu aşk olamazdı kesinlikle kendine güvensizliğiydi. Ve her kadın bilmeliydi ki bir erkeğin size hayran bakması özgüveninizi inşaa etmezdi. Ama bu zamandaki halim neden Cenk ile röportaj yaptıktan sonra geçmişe gidip yanlış seçimler yapmıştı bilmiyordum. Belli ki Kerim bize göre değildi.
Ama artık bu konuyu kapatmam gerekiyordu.
Lacivert, dar bir elbiseyi beğeni dolu gözlerle süzüp kenara kaldırdım. Gümüş rengi topuklu ayakkabılarım ve ona uyan çantamı da elbisenin yanına bıraktım. Akşam için giyeceklerim hazırdı ama ondan önce duş almalı ve sağlam bir şekilde hazırlanmalıydım. Cenk ile son görüşmem olsa dahi onda bir etki bırakmak istiyordum. Bu gece onun gözlerine bakabilecek miydim? O eskisi gibi bana sevimli bir şekilde bakabilecek miydi? Bu merak canımı sıkıyordu. Tatlı bir merak değildi bu insanı endişeye sürüklüyordu.
Aynanın karşısında kendime bakıp söz verdim. Bu gece ne olursa olsun ağlamayacak, pes etmeyecektim. Odadan çıkarken kendimden oldukça emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
90'lar Yeniden
FantasyÖmrünü adadığı erkek ona ihanet ettiğinde bir insan ne yapmalıdır? Pelin'in hayatı boka sarıyordu. Hayal ettiği işi yapamadığı gibi çocuk istediği eşinin başka bir kadından çocuğu olduğunu öğrenmişti. Hayatından ne istediyse hiçbir zaman elde edemem...